top of page

 

ORUÇ

 

İslâm'ın beş esasından biri de Ramazan ayında oruç tutmaktır. Oruç. niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından (yani imsak vaktinden) itibaren güneş batıncaya kadar yememek, içmemek ve cinsi ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir.

 

Oruç, bizi dünyada kötülüklerden sakındıran, ahirette cehennem ateşinden koruyan ve günahlarımızın bağışlanmasına vesile olan önemli bir ibadettir.

Peygamberimiz şu müjdeyi veriyor:

 

 

"Kim inanarak ve mükâfatım Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır. "(Buhari,Savm,7)

 

Orucun Faydaları

 

Biz orucu herhangi bir menfaat düşüncesi ile değil,yalnız Allah'ın emrini yerine getirmek ve onun rızasını kazanmak için tutarız. Oruç, bu niyetle tutulduğu takdirde makbul olur.

 

Ancak, Allah'ın her emrinde olduğu gibi oruç ibadetinde de birçok hikmetler, bizim için maddi ve manevi pek çok faydalar vardır. Biz orucu Allah rızası için tutmakla beraber, bize sağladığı faydaları da bilmek ve değerlendirmek durumundayız.

 

a) Oruç, Ahlâkımızı Güzelleştirir

 

Oruç. belirli bir süre sadece aç kalma olayı değildir. Oruç, köklü bir irade terbiyesi; insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, iyi huylar kazandıran bir ahlâk eğitimidir.

Peygamberimiz (A.S.) şöyle buyuruyor:

 

"Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa, Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez." (Buhari,Savm,8)

 

Bu hadis-i şerifte orucun yüksek hedefi açıkça gösterilmiş, bu ibadetin sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret olmadığı, esas gayenin insanı olgunlaştırmak, ahlâk ve fazilet sahibi olarak yetiştirmek olduğu bildirilmiştir.

 

b)Oruç kötülüklerden Korur

Kur'an-ı Kerim'de orucun farz oluşunu bildiren âyette Yüce Allah:

 

نوقتت مكلعل مكلبق نم نيذلا ىلع بتك امك مايصلا مكيلع بتك اونما نيذلا اهيا اي

 

"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de oruç farz kılındı, ta ki korunasınız."(Bakara:183) buyurarak orucun hikmetine dikkatimizi çekmiştir.

 

 

Allah Tealâ, her derde deva verdiği gibi. her kötülüğe karşı da bize bir korunma vasıtası vermiştir ki, oruç ibadeti bunlardan biridir.

 

Nitekim Sevgili Peygamberimiz orucun bu koruyucu özelliğini güzel bir benzetme ile şöyle açıklamıştır: "Oruç bir kalkandır." (4) Bilindiği gibi kalkan, eskiden savaşlarda insanı düşmanın kılıcından koruyan bir vasıta idi. İşte oruç, müslümanı dünyada günah işlemekten, âhirette cehennem ateşinden koruyan bir vasıtadır.

 

Dünyada her kötülüğün başı. Allah'ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Oruç ise bize daima Allah'ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir. Bir ay boyunca devam eden bu manevi eğitimin olumlu tesiri ile insan, davranışlarını kontrol altına alarak her türlü kötülükten uzaklaşır.

 

c)Oruç, Merhamet Duygularım Geliştirir

 

Hayatında açlık nedir bilmeyen varlıklı bir insan, yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gereği gibi anlayabilir mi? Onların çektiği ıztırabı yüreğinde duyabilir mi? Elbette ki, gereği gibi duyamaz. Fakat bu insan, oruç tutarsa, açlığın ne olduğunu bizzat tatmış olur.

 

Böylece, yokluk içinde kıvranan fakirlerin sıkıntılarını içinde duyarak, şefkat ve merhamet duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak da fakirlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını giderir, toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunur.

îşte orucun bize verdiği sosyal adalet dersi...

Bizim için en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz, insanların en cömerdi idi. O. açları doyurur, kendisi aç kalırdı. Ramazan ayında cömertliği doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara dağıtırdı.

 

Peygamberimizin eşi Hz. Aişe diyor ki: "Allah'ın Resulü üç gün peşpeşe karnını doyıırmamıştır. İsteseydi doyururdu. Lâkin yoksulları doyurup, kendisi aç kalmayı tercih ederdi."

 

Hz. Aişe, Peygamberimizin vefatından sonra ne zaman bir yemek yese ağlamaya başlardı. Bir defasında niçin ağladığı kendisine sorulunca şu cevabı vermiştir: "Hz. Muhammed (AS) sağlığında doyasıya bir günde iki defa yemek yiyemedi. Onu hatırladığım için ağlıyorum.''(Tirmizi Zühd,38)

 

Hz. Ömer'in halifeliği zamanında dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu. Ömer: "ihtiyaç sahipleri bize gelsin" diye halka duyuru yapmış, kendisi de müslümanlar bolluğa kavuşuncaya kadar ekmekle beraber zeytin yağından başka katık yemeyeceğine yemin etmişti.

 

Halkın sıkıntılarını yüreğinde hisseden ve onlardan farksız olarak yaşayan bu büyük insan, elbisesi yıkandığı ve başka elbisesi olmadığı için bir gün cumaya geç gitmiş ve bu yüzden cemaatten özür dilemiştir. (Şa'rani Et-Tabakatül'l Kübra,C.1,S.24)

 

Vaktiyle Mısır'da yıllarca süren bir kıtlık olmuştu. O sırada devletin hazinesi Yusuf Aleyhisselâm'ın elinde idi. Halk açtı. Hz. Yusuf da bütün imkânlara sahip olduğu halde karnını doyurmuyordu.

 

Neden böyle yaptığı kendisine sorulunca, içinde yaşadığı toplumun acılarını yüreğinde duyan bir sorumluluk anlayışı ile şu cevabı vermiştir:

 

"Eğer ben tok olursam, açların halini anlayamam, yoksulları gereği gibi düşünemem." ( Aliyyü'l Kari,Mirkatü'l -Mefatih,C.2,S.492)

 

Oruçla toplumda kalbden kalbe yol açılır. Birinden şefkat ve merhamet, diğerinden sevgi ve saygı.

 

d) Oruç Sağlığı Korur

 

Sevgili Peygamberimiz, orucun sağlığımız yönünden önemini şöyle belirtiyor: "Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz."(Keşfü'l-Hafa,C.2, S.39)

 

İnsanlığın büyük mürşidinin söylediği bu söz. tıbben de kanıtlanmıştır. Konu ile ilgili olarak iki yabancı bilim adamının tesbitleri şöyle:

 

1940 Nobel Tıp Ödülünü kazanan ünlü bilim adamı Dr. Alexis Carrel "U Hanime, Cet Inconnu" adlı eserinde, oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini,böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu anlatır, orucun sağlık bakımından çok faydalı olduğunu" söyler. (Hayat Ansiklopedisi,Oruç maddesi)

Fransız profesörü Pierre Moulin (Pier Mulen)'de şunları söylüyor:

"İslâm dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç, bedenin hem fiziksel, hem ruhsal

 

dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler... Hıristiyan dininde orucun bulunmaması büyük bir kayıptır.

 

Aslında insanların her hafta bir gün oruç tutmaları, başka bir deyimle diyet etmeleri ve sadece meyve suyu içmelerinde büyük yarar var.

 

Böylece vücut, doku ve organlardaki zehirleri atar, beden dinçleşir." (Günaydın Gazetesi,Tarih: 13.08.1982,s.1)

 

e) Oruç, Nimetlerin Kıymetini Öğretir

 

İnsan, elinde olan nimetlerin kıymetini ancak bunlar elinden çıktıktan sonra anlar. Fakat iş işten geçtiği için bunun bir yaran olmaz. Oruç tutmakla bir süre nimetlerden uzak kalan insanın gözünde bu nimetlerin değeri daha iyi anlaşılır.

 

Bu anlayış insana, onları daha iyi korumasını ve nimetleri kendisine veren Allah'a daha çok şükretmesini öğretir. Nimetlere şükür ise onların çoğalmasına vesile olur.

Allah Tealâ şöyle buyuruyor:

 

مكنديزإل متركش نئل

 

"And olsun, şükrederseniz elbette (nimetimi) artırırım" (İbrahim:7) f)Oruç, insana Sabırlı Olmayı Öğretir

 

Oruç tutmakla belirli bir zaman kendini yememeye, içmemeye alıştıran insan, hayatta karşısına çıkabilecek güçlüklere kolaylıkla sabreder, acılara ve sıkıntılara dayanmasını, zorlukları yenmesini bilir.

 

Oruçludan Beklenen

 

Oruç. sadece yemeyi içmeyi bırakmak değil, aynı zamanda kötülüklerden de uzaklaşmaktır. Midemiz, yiyecek ve içeceklerden uzak kaldığı gibi, dilimiz yalandan, ellerimiz haram işlerden,

 

gözlerimiz harama bakmaktan, kulaklarımız yalan ve dedikodu dinlemekten, ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşarak oruçtan nasibini almalıdır. Oruçludan beklenen budur.

 

Oruç tutan bir müslüman çeşitli yemeklerle donatılmış sofranın başında helâl olan nimetlere elini sürmez, sabırla iftar vaktini bekler.

 

Allah'ın emri karşısındaki bu teslimiyyet ulvî bir manzaradır. Orucun müslümana kazandırdığı bu irade terbiyesi, insanı nefsani arzuların esaretinden kurtarıp adeta melekleştiren gerçek bir eğitimdir.

Şimdi insafla düşünelim:

Helâl olan şeylere bile elini sürmeyen bu oruçlu, nasıl olur da harama el uza¬tabilir. Vücûdunun ihtiyacı olan faydalı yiyecek ve içecekleri istediği zaman bırakabilen bir mü'min, nasıl olur da zararlı içkileri kullanmaktan vazgeçmez.

Oruç bize, belirli bir süre helâl olan şeylerden uzaklaşmakla haramlardan sakınmayı öğretir.

 

Orucun Mükâfatı

 

Lütfü ve ihsanı sonsuz olan yüce Allah, kullarının ibadetlerine, yaptıkları iyiliklere bire ondan yediyüz katma kadar mükâfat vereceğini bildirdiği halde, bir kudsî hadiste: "Oruç benim içindir, onun mükâfatını ben veririm." (Buhari,Savm,9;Müslim Sıyam,30) buyurarak oruca ayrı bir önem vermiş: dolayısıyla mükâfaatının çok daha fazla olacağına işaret etmiştir.

 

Oruç büyük bir sabır ve fedakârlık sonucu yerine getirilen bir ibadet olduğu için. karşılığı da ona göre kat kat fazlasıyla verilecektir. Hatta oruçlular kendileri için özel olarak ayrılan, "Reyyan" kapısından cennete girecekleri Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir. (Buhari,Savm,9;Müslim Sıyam,30)

Oruçlu. Allah'ına kavuşup mutluluğun zirvesine çıktığı gün en büyük sevinci tadacaktır.

 

Oruç Kimlere Farzdır

 

Bir kimseye orucun farz olması için kendisinde üç şartın bulunması gerekir. Bunlar: 1. Müslüman olmak, 2. Akıllı olmak, 3. Ergenlik çağına gelmiş bulunmak.

 

Bu şartlar kendisinde bulunduğu halde, oruç tutamayacak derecede hasta olanlar ile yolcu olanlar, oruç tutmayabilirler. Hastalar iyileşince, yolcular da memleketlerine dönünce tutamadıkları günlerin orucunu kaza ederler.

 

 

Ergenlik çağına gelmeyen çocuklara oruç tutmak farz değildir. Ancak bünyelerine zarar vermeyecek şekilde çocukları da yavaş yavaş oruç tutmaya alıştırmak uygun olur.

 

Lohusa olan kadınlarla âdet gören kadınlar bu hallerinin devam ettiği günlerde oruç tutamaz, namaz kılamazlar. Bu sebeple Ramazan ayında tutamadıkları oruçları Ramazandan sonra uygun bir zamanda kaza ederler, yani gününe gün tutarlar. Kılamadıkları namazları ise kaza etmezler.

 

Ramazan Orucu Kaç Gündür

 

Ramazan ayı bazı yıllarda 29. bazı yıllarda da 30 gün olmaktadır. Ramazan ayı 29 gün olduğu zaman oruç yine tamdır. Çünkü farz olan. Ramazan ayının ta¬mamını oruçlu geçirmektir.

 

Bu sebeple: Ramazan ayının 29 gün olduğu yıllarda tutulan orucun eksik olması sözkonusu değildir.

 

Nitekim. Peygamber Efendimiz dokuz Ramazan orucu tutmuştur. Bunlardan dördü 29 gün. beşi de 30 gün olmuştur.

 

Ramazan ayı girmeden önce. onu karşılamak maksadıyla bir veya iki gün oruç tutmak doğru değildir. Böyle bir oruç. farz olan Ramazan orucuna ilâve görüntüsü taşıdığından mekruh görülmüştür.

Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

 

"Sizden biriniz Ramazan'ı, birgün veya iki gün oruçla karşılamasın! Ancak mu'tadı olan bir orucu tutuyorsa onu tutsun."(Buhari,Savm,14;Müslim Sıyam,3)

 

Ayın ve haftanın belirli günlerini oruç tutmayı alışkanlık haline getiren kimsenin oruç tuttuğu günler Ramazan öncesindeki iki güne rastlarsa bu oruçları tutmak mekruh olmadığı gibi. Ramazandan önce iki günden fazla oruç tutmak da mekruh değildir.

 

Ramazan Ayının Başlangıcının ve Sonunun Tesbit Edilmesi

 

Farz olan orucun vakti Ramazan ayıdır. Bu sebeple Ramazan ayının başlangıcı ile bayram gününün doğru olarak belirlenmesi büyük önem taşımaktadır.

 

Ramazan ayı ile bayramları, hilâli gözleyerek tesbit etmek esas olmakla birlikte bunlar, astronomi ilminden yararlanılarak hesapla da tesbit edilebilir. Maksat, Ramazan ve bayramların doğru olarak belirlenmesidir.

 

Nitekim, namaz vakitleri de Kitap ve Sünnette güneşin hareketi ile (daha doğrusu dünyanın güneş etrafında dönmesi ile) meydana gelen ışık ve gölge durumlarına bağlanmışken bugün, bunlar dikkate alınarak namaz vakitleri hesapla belirlenerek takvimlerde gösterilmektedir.

 

Günümüzde yapılan bütün gözlemler de astronomik hesapların doğruluğunu kanıtlamaktadır. 1978 yılında 19 İslâm ülkesinden 40 Din ve Astronomi bilgininin katılmasıyla İstanbul'da

 

toplanan "Rü'yet-i Hilâl" konferansında: Kamerî aybaşlarının tesbitinde. hilâlin rü'yeti (ister çıplak gözle, isterse modem ilmin rasat medot-larıyla olsun hilâl'in görülmesi) esas olmakla beraber, astronomların hesapla tesbit ettikleri aybaşlarına dinen itibar edileceği kararına varılmıştır.

 

Konu hakkında yeterli bilgi edinmek isteyenlerin yararlanması için. sözü edilen konferansa Diyanet İşleri Başkanlığı'nca sunulan ilmî tebliğin bazı bölümlerini özetleyerek buraya alıyoruz: "İslâmî hükümlere göre namaz vakitlerinin belirlenmesinde Güneşin hareketlerinin (daha

 

doğrusu, Dünya'mn kendi ekseni etrafındaki günlük hareketi ile Güneş etrafındaki yıllık hareketlerinin); oruç, hac. zekât, fıtır sadakası, kurban, bayram gibi ibadetlerin zamanlarının tesbitinde ise. Ay'ın aylık ve yıllık hareketlerinin esas alınması gerekmektedir. Sözkonusu ibadetlerin zamanlarının isabetle tayin edilebilmesi ise; Kamerî aybaşlarının. özellikle Ramazan. Şevval ve Zilhicce aylarının ilk günlerinin doğru olarak tesbitine bağlıdır. Fıkhî eserlerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere. İslâm müctehid ve fakihlerinin büyük çoğunluğu, Rasulullah (S.A.S.) Efendimizin. "Ramazan hilâlini görünce, oruca başlayın; Şevval hilâlini görünce bayram yapın. Hava kapalı olur da, hilâl görülemezse (Şaban ve Ramazan Aylarını) 30 güne tamamlayın" (el-Buharî, el-Camiu's-Sahîh, II, 279, İstanbul, 1315; Müslim, el-Camiu's-Sahîh, II, 579 (Tah kik: M.

 

 

Fuad Abdülbâki), Kahire, 1375/1955; Ebû Davud, es-Sünen, I, 543, Mısır, 1371/ 1952; et-Tirmizî, el-Camiu's- Sahîh, III, 72 (Tahkik: M. Fuad Abdülbâki), Mısır, 1953; İbn Mâce, es-Sünen, 1,259 (Tahkik: M. Fuad Abdülbâki), Mısır, ed-Dârimî, es-Sünen, II, ?, Dâru lhyai's-sünneti'n-nebeviyye, ts.)

 

hadis-i şerifi ile istidlal etmişler, Kamerî aybaşlarının tesbitinin. bu aylara ait ilk hilâllerinin görülmesi, bu mümkün olmadığı takdirde, ayın 30 güne tamamlanması ile olacağını, bu konuda hesapla ve müneccimlerin sözleriyle amel etmenin dinen caiz olmayacağını savunmuşlardır.

 

Buna karşılık, sayıca az olmakla birlikte Kamerî aybaşlarının (Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâllerinin) hesapla da tayininin mümkün, caiz ve hatta zarurî olduğunu ifade den muhakkik fakihler de her asırda bulunmuştur.

 

Kamerî aybaşlarının tayinininde. mutlaka Rü'yet'in esas olduğunu, hesapla amel etmenin caiz olmadığını savunan fakihlerin belli başlı delilleri şunlardır:

 

1.Hadis -i Şerifte: "Hilâli görmedikçe oruca başlamayın. Hilâli görmeden orucu bırakıp bayram yapmayın. Hava kapalı olur da, hilâli göremezseniz, ayı 30 gün takdir edin." (En -Nevevî, Şerhü Sahihi Müslim, VII, 188- 189, Beyrut, 1392/1972 ) buyurulmuş. hesaptan ve müneccimlerin verecekleri bilgiden söz edilmemiştir. Aksine hilâlin görülmesi, görülemediği takdirde ayın 30 güne tamamlanması emredilmiştir. Hesapla amel edilmesi caiz olsaydı. Hz. Peygamber (S.A.S.) 30'a tamamlamayı emretmez, "Hesap bilenlere başvurunuz" buyururdu.

 

2.Peygamberimiz (S.A.S.) müneccimlere inanmayı ve ilm-i nücum ile meşguliyeti yasaklamış. "Kim bir kahine veya müneccime gider de (ondan gaibe ait haber sorarsa) Muhammed"e indirileni inkâr etmiş olur" ( et-Tergib ve't-Terhib, C.4, s.34 (Hadisi Bezzar rivayet etmiştir) buyurmuştur.

3.İlm-i nücum hayal ve tahminden ibarettir. Ne kesin bilgi, ne de galib zan

ifade eder. Bu sebepledir ki. kamerî aybaşlannın tayininde bu ilme itimad edile-mez.

 

4. Dinî vazifelerin vakitlerini hesapla tayin etmek, hesap bilenlerin azlığı se-bebiyle, dinî hükümlerin ifasını zorlaştırır. Din kolaylıktır. Bu sebeple ibadet zamanlarının tayini, âlimin de. câhilin de kolaylıkla tatbik edebileceği basit esaslara bağlanmıştır.

 

Kamerî aybaşlannın. özellikle Ramazan. Şevval ve Zilhicce hilâllerinin Rü'yet'ten başka astronomik hesaplarla da tayin edilebileceği görüşünü benim-seyen âlimler, hesabı kabul etmeyenlerin ileri sürdükleri itirazlara şöyle cevap veriyorlar:

 

1."Ramazan hilâlini görünce oruca başlayın. Şevval hilâlini görünce orucu bırakın. Hava kapalı olursa, ayı 30 güne tamamlayın" anlamındaki hadis-i şerifler, kamerî aylara ait hilâllerin hesapla tayin edilmesini yasaklamamakta: müslümanların oruç. hac. kurban, fıtır sadakası, bayram gibi ibadetlerini ifa için. Ay'ın hareketlerine ait ince hesapları öğrenmekle mükellef kılınmadıklarını, bu iş için avamın da. havasın da bilip tatbik edebileceği Rü'yet yolunun kullanılabileceğini göstermektedir.

 

2.Hadis-i şerifte yasaklanan ilm-i nücum. günümüzün müsbet ve modem astronomi ilmi değildir. Bugünün müsbet ilmi olan astronomiyi, İslâmın yasak-lamış olması muhaldir. Burada işaret edilen ve yasaklanan şey; yıldızların hare-ketlerinden geleceğe ait haber ve hükümler çıkarmağa ve bir takım hurafî bilgi¬ler elde etmeğe çalışılmasıdır. Nitekim alimler, bu ve benzeri hadis -i şeriflerde geçen "Müneccim" terimini, "yıldızların doğup batmasından geleceğe ait haber veren kimse: 'Kâhin" terimini ise. "Bir şeyi vukuundan önce haber veren veya gayb hakkında hüküm veren kimse" diye tarif etmişlerdir.(İbn Abidin. Mecmuam'r-resail, I. 245)

3.Mütekaddim fakihlerin zan ve tahminden ibaret sayarak, galib zan bile ifade etmiyeceğini söyledikleri hesap ve ilm-i nücum, günümüzün hesabı ve ast-ronomisi değil, belki bu ilme ait ilk ve çok sınırlı bilgilerdir. Günümüzde astro-nomi ilminin elde ettiği sonuçlar ve hesaplar kesindir.

 

4.Ramazan. Şevval ve Zilhicce aylanna ait hilâllerin hesapla tayin ve tesbiti için bütün müslümanların astronomi ve ince hesapları öğrenmeleri gerekmez. Nitekim herkes hilâl aramakla da sorumlu tutulmamış, toplum içinden birkaç kişinin, hatta bir-iki kişinin hilâli arayıp görmesi ile diğerlerinden sorumluluk kalkmıştır. Özellikle günümüzde hesap, artık rü'yetten daha kolay, toplumlar için çok daha pratik hale gelmiştir. Bu itibarla, hesapla hilâlin tayini, müslümanlar üzerine külfet ve meşakkat değil, bilakis kolaylıktır.

 

Bilindiği üzere Cenâb-ı Hak. bütün kâinatı bir düzen içinde yaratmıştır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:

"Güneşi ışıklı ve Ay'ı nurlu yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için Ay'a konak yerleri

 

 

düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır. Bilen millete âyetleri uzun uzadıya açıklıyor" (Yunus:5) buyurulmaktadır.

Bir başka âyet-i celilede ise:

 

نابسحب رمقلاو سمشلا

 

"Güneş ve Ay (belli ve sabit) bir hesaba göre hareket ederler." (Er-Rahman:5) buyurulmuştur. Görüldüğü üzere, bu âyetlerin ilkinde, insanların ay ve yıllan hesaplayabilmeleri için kamerî menziller tayin edildiği açıklanmaktadır. Ayrıca ilâhî kudret ve azametin anlaşılabilmesi için Güneş

ve Ay'ın hareketlerinin öğrenilmesi, gök bilime önem verilmesi teşvik edilmiştir.

 

İkinci âyet-i celilede ise, Güneş ve Ay'ın gelişi güzel değil, sabit bir düzen ve hesap uyarınca hareket etmekte oldukları beyan buyurulmuştur.

 

Ayet-i kelimelerdeki bu açıklık karşısında. Güneşin ve Ay'ın hareketlerini sâlisesine kadar tesbit edebilen günümüz astronomisine karşı menfî tavır almak, istiğna göstermek ve dinî günlerin tayininde bu unsurdan yararlanmayarak, yalnız Rü'yet üzerinde ısrar etmek, kanaatimizce Kur'an'ın ve sünnet'in ruhuna aykırı davranmaktır.

 

Rasulullah (S.A.S.) Efendimiz bir hadis-i şerirlerinde: "Biz ümmîbir milletiz. Ne yazı biliriz, ne de hesap yapmayı. Bize gerekli olan, ayın bazan 29, ba-zan da 30 gün olduğunu bilmekten ibarettir." ( el-Buhârî, age, II, Müslim, age, II, 579; Miras Kâmil, Tecrid-i Sarih Tercemesi, VI, 308 (Hadis No: 908) İstanbul, 1945) buyurmuştur.

 

Bu hadis-i şerifle yukarıda geçen "Ramazan hilâlini görünce, oruca başlayın; Şevval hilâlini görünce iftar edin. Hava ve atmosfer şartlan dolayısıyla hilâl görülmediğinde ayı 30 güne tamamlayın" anlamındaki hadis-i şerif birlikte incelenecek olursa, Rasulullah (S.A.S.)'ın kamerî ayların başlangıçlarını tayinde Rü'yet'i esas almasındaki sebebin, o günkü toplumda yazının ve Ay'ın hareketleri ile ilgili hesapların bilinmemesi olduğu görülür.

 

O günkü toplumun içinde bulunduğu şartlara ve imkânlara uygun olarak gösterilen bilgi yolu üzerinde bu gün de ısrar göstermek ve İslâm'ın her vesile ile teşvik ettiği müsbet bilimin sonuçları karşısında müstağni davranmak, doğru olmasa gerektir.

 

Kamerî aybaşlarının tesbîtinde, fakihlerin "'Hilâli gördüğünüzde oruca başlayın..." ve benzeri hadis-i şeriflere istinaden rü'yet'i esas almaları, o devirlerde yapılabilen astronomik hesapların aybaşlarını tesbitte yeterli olmadığındandır. Bu illet Hz. Peygamber (S.A.S.)'in -daha önce zikrettiğimiz-"Biz ümmî bir milletiz. Ne yazı biliriz, ne de hesap yapmayı..." mealindeki hadis -i şerifinde açıkça görülmektedir. Aybaşlarının tayininde hilâl gözleme yolunun seçilmiş olması, hesapla bunu yapmanın -o gün için- mümkün olmadığındandır. Özellikle günümüzde ise. artık Ay'ın bütün hareketleri, en ince teferruatına kadar hesapla-nabilmekte. gerek kavuşum (içtima), gerekse yeryüzünden hilâl halinde ilk defa görülebileceği yer ve zaman kesinlikle bilinebilmektedir.

 

Esasen-daha önce de işaret edildiği üzere-tabiî ve müsbet ilimlerin İslâm Dünyasında gelişmeğe başladığı Tâbiûn devrinden itibaren her asırda-sayıca az da olsalar-bir kısım muhakkik fakihler, Ramazan. Şevval ve Zilhicce hilâllerinin tesbitlerinde hesapla amelin caiz olduğu içtihadında bulunmuşlardır. Nitekim, Aynîmin (el-Aynî, Umdetü'l-kârî, X, 271, Mısır ts.) naklettiğine göre Tâbiûn'un büyüklerinden bazı kimseler, hesap yolu ile kamerin menzillerinin tesbîtine itibar edilebileceğini kabul etmişlerdir. İbn Süreyc'in rivayetine göre, Mutamf b. Abdillah b. Şıhhîr ile İbn Kuteybe bunlardandır. ( el- Kurtübî, el-Camî li ahkami'l-Kur'an, II, 293, Kahire, 1354/1935) Bu zatlar, yukarıda çeşitli vesilelerle zikredilen hadis-i şerifteki "hava kapalı olursa, takdir yoluna başvurun" cümlesini, cumhurun anladığı "sayıyı 30 güne tamamlayarak takdir edin" şeklinde değil, "ayın menzillerini hesapla tayin ve takdir edin' diye tefsir ve izah etmişlerdir.

 

Ahmed b. Hanbel ise. bu sözü "hava kapalı olduğu zaman, hilâli bulutların altında varmış gibi kabul edin" şeklinde anlamıştır. O'nun içtihadına göre, Şaban "in 29'uncu günü havanın kapalılığı sebebiyle hilâl görülmezse, ertesi günü Ramazan'ın l.günü itibar edilerek oruca başlanması gerekir. Abdullah b. Ömer'in görüşü de budur.

 

Hadis-i şerifteki "onu takdir ediniz" tabirinin, "hesapla tayin ve takdir ediniz" şeklinde anlaşılması, özellikle yılın çoğu günlerinde havanın kapalı olduğu, güneşin bile ayda ancak bir kaç gün görülebildiği coğrafi bölgeler için de, uygulamada kolaylık sağlayıcı niteliktedir. Aksi halde, bu

 

 

bölgelerde Ramazan hilâlini görmek çoğu zaman mümkün olmadığı gibi, Şaban hilâli için de aynı durum sözkonusu olduğundan, önceki ayı 30 güne tamamlamak da genellikle mümkün olmayacaktır.

 

İbn Süreye'in nakline göre, İmam Şafiî de ayın hilâl durumunun astronomik hesaplarla tayin edilebileceği kanaatini benimseyen kimselerin, hesapla amel etmelerinin caiz olduğunu söylemiştir,

(Muhammed b. Abdi'l vahhab, el-Endelûsî, el-Azbü'z-zîilâlJ, 244, Katar, 1973; (el-Hidaye  Dergisi,

1398/1978, Sayı:6, sayfa:82, Tunus)

Yedinci Hicrî asrın ietihad derecesine ulaşmış fakihlerinden Takıyyûddin b. Dakıkî"l-îd ise şu görüşleri ileri sürmüştür:

 

''Ay'ın kavuşum zamanını hesapla tesbitine göre Ramazan orucuna başlanamaz. Çünkü, Ay'ın hilâl halinde yeryüzünden görülebilmesi kavuşum za¬manından 1-2 gün daha sonra vaki olur. Şeriat, Ay'ın kavuşum (içtima) anını değil, hilâl halini aybaşına esas almıştır. Fakat, bulut, toz, sis vs. gibi görüşe mani bir sebeple görülemeyen hilâlin ufuktaki varlığı hesapla tayin edilebilirse, şer'î sebep meydana geldiği için. yeni ayın başlaması gerçekleşmiş olur. Çünkü yeni ayın başlamasında şart olan. hilâlin bizzat görülmesi değil. Ay'ın hilâl ha-linde ufukta mevcut olmasıdır. Görülmüş olsa da. olmasa da ilk hilâl hali ile. di-nen yeni ay başlamıştır. Bu durum, kesinlikle bilindiğinde, bu bilgi ile amel vacip olur." (el-Azbü’z-zülâl, 1,249-250, Katar, 1973 )

 

Konu ile ilgili hadis-i şerifler gereğince, dinen Ramazan ayının başlaması, bu aya ait ilk hilâlin, güneşin batmasından sonra yeryüzünden görülebilecek bir halde, ufukta mevcut olmasıdır.

 

8'inci hicrî asırda yaşayan Şafiî fakihlerinden es-Sübkî de hesap ile amel etmeği benimseyen ve bu konuda uğradığı tenkidlere rağmen görüşünü ısrarla savunan âlimlerden biridir. Bu konuda kaleme aldığı müstakil risalesinde ( Risalenin adı, "el-İlmü'l -Menşûr fi, Isbati'ş-Şuhûr" ) Sübkî: "Ay'ın otuzuncu gecesinde Hilâlin görüldüğüne şahadet edenlere karşı, astronomi ve hesap uzmanları, "hesaba göre bu gece hilâlin görülmesi mümkün değildir" deseler, astronomi ve hesap uzmanlarının sözü ile amel edilip, şahitlerin şehâdeti reddedilir. Çünkü riyazi hesap kat'idir. Şehâdet ise zannî'dir." demektedir. ( İbn Abidin, Reddü'i-Muhtar, II, 251-252, İst.1307, Miras Kâmil, age, VI)

 

Hesapla amel etmeyi gerekli kılan sebeplerden biri de. yeryüzünde kutup bölgelerine yaklaşıldıkça, güneşin ard arda iki doğuşu veya batışı arasındaki sürenin 6 aya kadar uzamış olmasıdır. Bu bölgelerde bugün insanlar yaşamakta ve bunlar arasında müslümanlar da bulunmaktadır. Bu bölgelerdeki müslümanlarm. gurubtan sonra rü'yetle oruç tutmaları mümkün olmadığına ve :'bu müslümanlara oruç farz değildir" de demlemeyeceğine göre. Ramazan ayını ve hatta oruç saatlerini hesapla takdir etmek zarureti vardır.

 

Çünkü oruç, gerçekte hilâlin rii'yeti sebebiyle değil. Allah'ın emri olduğu için farzdır. Hilâlin görülmesi, oruç tutulması farz olan Ramazan ayının başladığına alâmettir. Bir ibadetin vakti için alâmet olarak tayin edilen şeyin bulunmaması ile, bu ibadet ortadan kalkmaz. Bu alâmetin bulunmayışı sebebiyle, vakit de ortadan kalkmış olmaz. O halde bu vakit başka bir alâmetle tayin edilir. Nitekim, akşam vaktinin girdiğini, güneşin batması ile. ikindi vaktinin girdiğini bir şeyin gölgesinin bir veya iki katı uzaması ile, yatsı vaktinin girdiğini, şafağın kaybolması ile anladığımız gibi. saatle de tayin ve tesbit edebiliriz. Havanın ka-palı olması dolayısıyla, gölge, fecr. şafak veya gurubun görülememiş olması, nasıl bu namazlara ait vakitleri ortadan kaldırmazsa. hilâlin görülmemiş olması sebebiyle de Ramazanın başlamaması gerekmez. Hilâl görülmediğinde hesap rü'yetin yerini tutar.

 

Aslında rü'yeti savunan âlimleri, kendi asırlarının sınırları içinde haklı görmek mümkündür. Çünkü, onların güvenemedikleri hesap, günümüzün

 

kompütürlerle yapılan hesabı ve yine onların bel başlayamadıkları ilm-i nücum Ay'ın hareketlerini, salisesine kadar bilebilen, günümüzün astronomisi değildir. Anlaşılması güç olan. hesaba karşı çıkan bu eski âlimlerin tutumu değil, günümüzde hesaptan istiğna gösterip dinî günlerin tayin ve tesbitinde. rü'yetten başka metod kabul etmeyen kişilerin tutumudur.

 

Bilindiği üzere hilâl, ayın ilk ve son günlerinde, yeryüzünden ince bir kavs halindeki görüntüsüne denir. Kavuşum (içtima) zamanında Ay. dünyanın hiç bir yerinden görülemediğinden kavuşum durumundaki Ay'a hilâl denilemeycektir. Gerek âyet-i celilede. gerekse hadis-i şerifte ayın başlangıcını tayin için hilâlden ve rü'yetten söz edildiğine göre. ayın kavuşum (içtima) hâlinin,

 

 

aybaşlarına mebde' olarak alınması sözkonusu olamayacaktır. Ay'ın kavuşum hâlinin, aybaşlarına mebde' kabul edilmesi, kanaatimizce âyet-i celile ve hadis-i şeriflerin sarahatine aykırı düşmektedir.

 

Kamerî aybaşlarının hesapla tesbitinde. hilâlin yeryüzünden görülme ölçüsüne uyulması halinde, gözlem yaparak hilâl arayanların elde edecekleri sonuçlarla, hesabın ortaya koyduğu sonuçlar arasında tam bir uygunluk ta meydana gelecektir. Böylece, hesabı kabul etmeyenlerle, hesap taraftarları arasındaki ayrılık ta. uygulama açısından son bulmuş olacaktır.

 

Hesapların kavuşum anı ölçüsüne dayandırılması halinde ise. dinî günlerin tayin ve ilânı, genellikle bir gün önce olacak, rii'yet üzerinde ısrar edenlerin "hilâl görülmeden oruca başlandı veya iftar edildi'* şeklindeki iddiaları, toplumları huzursuz etmeğe devam edecektir.

 

O halde, seran ayın başlaması. Kamerin hilâl halinde yeryüzünden görülebilecek duruma gelmesi ile sabit olacaktır.

 

Burada dikkate alınması gereken husus, dünyanın herhangi bir bölgesinde ayın ilk hilâli görüldüğünde, yeryüzünün bütün bölgelerinde vakit ve saatin aynı olmadığıdır. Sözgelimi. 1398 H./ 1978 M. Yılı Şevval hilâli ilk defa 3 Eylül günü (pazarı-pazartesiye bağlayan gece) Avusturalya'nın güney-doğu deniz bölgesinde. Greenwich saati ile 07.17'de görülmüştür. Bu anda, sözkonusu bölgede Güneş batmış durumda iken, meselâ daha batıda bulunan Mekke'de gündüz mahallî saat henüz 10.17'yi göstermektedir. Bu duruma göre, 3 Eylül Pazar günü hilâlin görüldüğü bölgenin gecesine iştirak eden yerlerde bayram ilân edilmesi mümkün iken. böyle olmayan yer ve ülkelerde (Meselâ, Türkiye, Suudi Arabistan. Suriye. Mısır. Cezayir. Tunus. Fas gibi hemen bütün İslâm ülkelerinde) bayram ilânı mümkün değildir. O halde mes'elenin çözümünde uygulanacak hal tarzı kanaatımızca şöyle olacaktır:

 

Kavuşum anını takibeden gurubtan (güneşin batışı) sonra, hilâlin görüldüğü ülkenin gecesine iştirak eden. (yani hilâl sabit olduğunda henüz imsak vakti girmemiş olan) diğer bütün ülkelerdeki müslümanlar, bu sübûta uyacak, o geceyi takib eden günü. yeni ayın ilk günü olarak kabul ve ilân edeceklerdir.

Ancak, nadir hallerde de olsa. bu ölçünün İslâm dünyasını böldüğü durumlar

olacaktır. İmsaka yetişebilen ve daha çok batıda olan ülkeler. Ramazana ve bayrama girerken, doğuda olup imsaka yetişememiş olanlar bir gün gecikmiş olacaklardır.

 

Günümüzde artık Ay'ın bütün hareket ve menzilleri en ince teferruatına kadar bilinip kolaylıkla hesap edilebildiği ve dinî ölçülere uygun olarak, hilâlin ilk görüleceği yer ve zamanın kesinlikle bilinebildiği cihetle, kamerî aybaşlarının tesbit ve ilânında astronomiye itibar edilmelidir. Ancak, dinî bir geleneğin yaşatılması düşüncesinden hareketle de ayrıca yetkili ve sorumlu merciler tarafından, hilâlin usulüne göre gözlenmesi de mümkündür. Hesaplar, hilâlin yeryüzünden görülebilme ölçüsüne dayandırıldığı takdirde, -ihtilâf-ı metalı'a itibar etmemek şartı ile-hesap ile bu gözlem arasında bir mübâyenet de olmayacaktır.

 

- Kamerî ayların başlamasına esas alınacak sınır, kavuşum (içtima) zamanı değil, Ay'ın hilâl halinde yeryüzünden ilk defa görülebileceği zaman olmalıdır. Çünkü, bu konudaki âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde Rü'yet ve Hilâl lafızları kullanılmıştır. Bilindiği üzere içtima halinde, Ay'ın yeryüzünün hiçbir yerinden rü'yeti mümkün değildir. Hilâl ise. Ay'ın yeryüzünden ince bir kavs halindeki görüntüsü demektir.

 

-Kamerî aybaşlarının tesbiti için. hilâlin yeryüzünün herhangi bir bölgesinden görülmesi (veya bu durumun hesapla bilinmesi) yeterli görülmeli, bu bölgenin İslâm Ülkeleri sınırlan içinde bulunması şartı aranmamalıdır. Çünkü artık asrımızda dünyanın her noktasında çok sayıda müslümanlar vardır. İslâm Ülkeleri sınırları dışındaki rü'yete itibar edilmediği takdirde, bu bölgelerde yaşayan müslümanlarla İslâm Ülkeleri arasında Ramazan ve Bayram birliği sağlanamayacaktır.

 

-İçtima anını takibeden gurubtan (güneşten batışı) sonra hilâlin ilk defa görüldüğü ülkenin gecesine iştirak eden diğer bütün ülkelerde bu rü'yete uyularak, o geceyi takibeden gün, yeni kamerî ayın ilk günü sayılmalıdır." Başkanlığın tebliği burada bitti.

Oruç Çeşitleri

Beş çeşit oruç vardır:

1-Farz Olan Oruçlar: Ramazan ayında oruç tutmak. Ramazanda tutulamayan orucu başka

 

günlerde kaza etmek ve keffaret oruçları farzdır.

2-Vacip Olan Oruçlar: Adak oruçları ile, bozulan nafile oruçları kaza etmek vaciptir. 3-Sünnet Olan Oruçlar: Muharrem ayının dokuzuncu gününü onuncu günü ile veya onuncu

gününü onbirinci günü ile beraber oruç tutmak sünnettir.

4-Müstehab Olan Oruçlar: Kamerî ayların onüç. ondört ve onbeşinci günleri ile haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri ve Ramazandan sonra Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabdır.

 

5- Mekruh Olan Oruçlar: Mekruh olan oruçlar iki kısımdır:

 

a)Tenzihen mekruh olan oruçlar: Muharrem ayının sadece onuncu günü ile yalnız Cuma ve yalnız Cumartesi günlerinde oruç tutmak, akşamdan iftar etmeyerek bir günün orucunu ertesi güne birleştirmek mekruh olduğu gibi,kişiyi zayıf düşürmesi ve orucu âdet haline getireceği için senenin tamamını oruç tutmak da mekruhtur.

 

b)Tahrîmen mekruh olan oruçlar: Ramazan bayramının birinci günü ile kurban bayramının dört günü oruç tutmak tahrimen mekruhtur.

 

Bu günler. Allah'ın kullarına birer ziyafet günleridir

bottom of page