
Cennete Yolculuk Dini Bilgiler Sohbet Ve Makale Platformu
ÖDÜNÇ ALIP-VERME
Ödünç; para veya bir malı, daha sonra aynısını geri almak üzere başkasına vermektir. Ödünç alıp vermek caizdir ve bu, sünnet ve Icma' ile sabittir.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Bir müslümana bir şeyi iki defa ödünç olarak veren kimse o şeyi bir defa sadaka olarak vermiş gibi sevab kazanır."(İbn Mace, Sadakat, 19)
"Miraç ettirildiğim gece cennetin kapısı üzerinde, "sadaka on misli sevapla karşılanır. Borç ise onsekiz misli sevap ile karşılanır" yazılı olduğunu gördüm,
Cebrail'e:
— Ödünç vermenin sadakadan üstün olmasının sebebi nedir? diye sordum, Cebrail;
— Çünkü dilenci, yanında olduğu halde dilenir. Halbuki borç isteyen kimse ancak muhtaç olduğu için borçlanır," dedi. (İbn Mace, Sadakat, 19)
Muhtaç olan bir kimsenin borçlanması mubah, ihtiyacı olana borç vermek ise menduptur ve sadaka vermiş gibi sevabı vardır.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Kim bir mü'minin dünya üzüntülerinden birini giderip ferahlandınrsa, Allah da onun kıyamet gününe ait üzüntülerinden birini giderir.
Kim, eli dar olan borçluya kolaylık gösterirse Allah da dünya va ahirette ona kolaylık gösterir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse Allah da dünya ve ahirette onun ayıbını örter.
Bir kimse din kardeşine yardımda bulundukça Allah da ona yardım eder."(Müslim, Zikr, 38)
Ödünç Olarak Alınıp Verilebilen Mallar
Ödünç alıp vermek, ölçülen ve tartılan eşya gibi misli (bir benzeri) olan şeylerde olur. Akar (gayr-i menkul) ve hayvan gibi misli olmayan birbirinden farklı şeylerde caiz değildir. Bunlar emanet olarak, misli değil aynı iade edilmek üzere alınıp verilir.
Ödünç veren kimse bunu Allah rızası için yapmalı, bir şey.e karşılık olmamalıdır. Ödünç verene, verdiği borç karşılığında sağladığı şartlı menfaat haramdır, çünkü faiz olur.
Meselâ: "Sana şu kadar borç veririm. Sen borcunu ödeyinceye kadar ben de senin evinde meccanen otururum" gibi veya "sana yüz lira borç veririm. Sen bana yüz on lira olarak ödersin" gibi. Böyle verilen borçla sağlanan bu menfaat helâl değildir.
Ancak borç verilirken böyle bir şart koşulmaz ve o yörede böyle bir gelenek de olmaz ise borçlu kendisine yapılan iyiliğe karşılık olmak üzere; cins, tartı, ölçü veya miktar itibariyle aldığından daha iyisini ve fazlasını verebilir, borç veren de bunu alabilir. Çünkü bu bir iyilikten ibarettir, ancak her iki tarafın bunu şart koşmamış olmaları lâzımdır. Nitekim Peygamberimiz:
"Allah'ın kullarının en hayırlısı, borcunu en iyi ödeyenleridir" ( Müslim, Müsakat, 22) buyurmuşlardır.
Cabir (r.a.) de:
"Peygamberimizde alacağım vardı, bana onu ödedi ve fazla da verdi" ( Hadis-i Buharî ve Müslim rivâyet etmişlerdir. Neylü'l-Evtar c.5, S. 261) demiştir.
Borç olarak alınan ve değeri itibari olan kağıt paranın zamanla değeri artar veya eksilirse Ebû Hanife'ye göre mislini ödemek yeterli olur.
İmam Ebû Yusufa göre ise borç verildiği zamanki kıymetini ödemesi gerekir. ( Reddu'l-Muhtar,
C.4, S. 32, 33)
Günümüzde bazı ülkelerde para eşya karşısında değer kaybetmekte ve gün geçtikçe satın alma gücü azalmaktadır. Bu sebeble bir kimseye borç olarak verdiğimiz yüz lirayı bize bir yıl sonra ödeyecek olsa ve bu bir yıl içinde para yüzde kırk değer kaybetse, verdiğimiz yüz lira satın alma gücünün yüzde kırkını kaybetmiş olarak bize iade edilmiş ve biz zarara uğramış oluyoruz. Halbuki dinimizde başkasına zarar vermek ve başkası yüzünden zarar görmek yoktur.
Böyle olunca, hem borç alıp verme işini zorlaştırmamak ve hem de borç vererek iyilik yapmış olan kimseyi zarara uğratmamak için İmam Ebû Yusufun içtihadına uyularak., borç ödenirken, paranın borçlanma zamanındaki değerinin (satın alma gücünün) dikkate alınması ve ayrıca tarafların helâlleşmeleri uygun olur.