
Cennete Yolculuk Dini Bilgiler Sohbet Ve Makale Platformu
YAPILMASI GÜNAH OLAN ŞEYLER
Günah, dinde suç sayılan. Allah'ın emirlerine aykırı olan iş ve söz demektir. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de:
"Zinaya yaklaşmayın, zira o, bir hayasızlıktır ve kötü bir yoldur." (İsra:32) buyuruyor ve aralarında nikah bağı bulunmayan kadın ve erkeğin cinsî ilişkide bulunmalarını yasaklıyor.
Allah'ın bu yasağına uymayarak aralarında nikâh bağı bulunmayan erkek ve kadının zina demek olan cinsî ilişkide bulunmaları günahtır ve suçtur.
Yine Allah Teâlâ:
"Namazı kılın, zekâtı verin" (Bakara:110) buyuruyor; biri bedenî, diğeri malî olmak üzere, iki ibadeti emrediyor.
Mü'min olan bir kimsenin namazını kılmaması, zengin olanın da zekâtını vermemesi aynı şekilde günahtır, dinî bir suçtur.
Bu iki örnekten de anlaşılıyor ki; Cenâb-ı Hakk'ın emrettiği şeyi yapmamak ünah olduğu gibi. yasak ettiği bir şeyi yapmak da günahtır.
Allah'ın emrine aykırı olan her iş ve söz günah olmakla beraber. Kur'an-ı erim'de ve Peygamberimizin hadislerinde günahlar, büyük ve küçük olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır:
Büyük günah, "kebire", çoğulu "kebâir": küçük günah, "sağire". çoğulu seğair" olarak ifade edilmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
اميرك الخدم مكلخدنو مكتائيس مكنع رفكن هنع نوهنت ام رئابك اوبنتجت نا
"Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.''(Nisa:31)
Bir başka ayet-i kerîme'de ise:
ةرفغملا عساو كبر نا ممللا إلا شحاوفلاو مثإلا رئابك نوبنتجي نيذلا
"Ufak tefek kusurları dışında günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden sakınanlara gelince, şüphesiz Rabbin affı boldur." (Necm:32) buyurulmuştur.
Bazı alimlere göre Allah'ın, adam öldürmek ve zina etmek gibi ceza tayin ettiği ve işleyene cehennemde azab edeceğini bildirdiği her günah, büyük günahtır (Şerhu'l Makasid,C.2,S.175-176)
Müfessir İbn Kesîr. büyük günah hakkında yapılan en uygun tanımın bu olduğunu söyler. ( İbn
Kesir Tefsiri C.1,S.487)
Diğer bazı alimler ise, büyük günahları Peygamberimizden bu konuda rivayet edilen hadislere dayanarak saymışlar, bunların dışında kalan günahların ise küçük günah olduğunu söylemişlerdir.
Abdullah İbn Abbas (r.a.). tevbe edilince büyük günah kalmayacağını, günahda ısrar etmekle de küçük eünahın büyük günaha dönüşeceğini söviemiştir.(( İbn Kesir Tefsiri C.1,S.486)
Buna göre, küçük günah devamlı olarak yapılacak olursa küçük olmaktan çıkar ve büyük günah olur.
Bunun için mü'min. büyük olsun, küçük olsun, günahı kime karşı yaptığını düşünerek bütün günahlardan sakınmalıdır.
Kim olursa olsun, peygamberlerden başka hiç kimse masum yani günah işlemekten korunmuş değildir: herkes günah işleyebilir.
Peygamberlerde bulunması gerekli sıfatlardan birisi de "ismet" sıfatıdır ki, günah işlemekten korunmuş demektir.
Büyük de olsa günah işleyen kimse günahkâr olur. yoksa dinden çıkma olmaz. Çünkü âyet ve hadisler, büyük günah sahiplerinin de mü'min olduğunu göstermektedir. Bu konuda Ehl-i sünnet alimleri arasında görüş ayrılığı yoktur.
Büyük günah işleyenler de Peygamberimizden itibaren günümüze kadar müslüman muamelesi görmüşlerdir.
Büyük Günahlardan Bazıları 1- Şirk
Şirk, Allah'a ortak koşmak. Allah'tan başka ilâh olduğuna inanmaktır. Şirk denince akla bu gelir. Bu anlamdaki şirk. sadece büyük günah değil, küfürdür. Çünkü Allah tektir, benzeri ve ortağı yoktur.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
ميحرلا نمحرلا وه إلا هلا إل دحاو هلا مكهلاو
"İlâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O rahmandır, rahimdir." (Bakara:163) İhlâs sûresinde de:
دحا اوفك هل نكي ملو دلوي ملو دلي مل دمصلا هللا دحا هللا وه لق
"De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiç bir şey O'na eş ya da denk değildir." (İhlâs Suresi) buyurulmuştur.
Allah'a ortak koşan kimse, bundan tevbe etmedikçe. Allah Teâlâ onu bağışlamayacağını bildirmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
دقف هللاب كرشي نمو ءاشي نمل كلذ نود ام رفغيو هب كرشي نا رفغي إل هللا نا اميظع امثا ىرتفا
"Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, büyük günah ile iftirada bulunmuş olur." (Nisa:48)
Şirkin bir çeşidi de. Allah'a yapılan ibadete başkasını ortak kılmak ve araya bir takım aracılar sokmaktır.
İbadet, yalnız Allah'a yapılır ve ancak O'nun hakkıdır. O'ndan başkası ibadete hak kazanmış değildir.
Her gün kıldığımız beş vakit namazın her rek'atında okuduğumuz Fatiha Suresinde:
نيعتسن كاياو دبعن كايا
"Ey Rabbimiz, yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz" diyoruz. Peygamberimiz, Allah'tan başkasına ibadet anlamı taşıyan her türlü söz ve davranıştan
sakınmamız hususunda bizi uyarmış ve bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı övdükleri gibi beni övmeyin. Şüphesi: ki ben Allah'ın kuluyum. Bana, "Allah'ın kulu ve O'nun elçisi" deyiniz."(Buhari,Enbiya,48)
Bilindiği gibi Hristiyanlar, Hz. İsa'yı, onu ilâhlaştıracak kadar övmüşler ve böylece küfre gitmişlerdir. Nitekim Kur'an-ı Kerimde:
ليئارسا ينب اي حيسملا لاقو ميرم نبا حيسملا وه هللا نا اولاق نيذلا رفك دقل رانلا هاوامو ةنجلا هيلع هللا مرح دقف هللاب كرشي نم هنا مكبرو يبر هللا اودبعا راصنا نم نيملاظلل امو
"Andolsun ki, Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih, "Ey İsrailoğulları! Rabbım ve Rabbınız olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur" demiştir." (Maide:72) buyurulmuştur.
Hristiyanların, Hz. İsa'ya -onları uyarmasına rağmen- tanrılık isnad etmeleri, onları küfre götürdüğü için. Peygamberimiz bizi uyararak, böyle korkunç bir hataya düşmememiz maksadıyle kendisine sadece "Allah'ın kulu ve elçisi" dememizin yeterli olduğunu bildirmektedir.
Çünkü Hz. İsa örneğinde olduğu gibi, Peygamber de olsa, bir insanı aşırı derecede övmek ve ona tazim göstermek insanı -Allah korusun- şirke ve küfre götürür.
İnsan insandır ve insan olarak sevilmeli ve sayılmalıdır. Yaratıcıya gösterilmesi gereken sevgi ve saygının bir benzerini yaratığa göstermek, yanlış vâ büyük hatadır. Nitekim Kur'an-ı Kerimde:
دشا اونما نيذلاو هللا بحك مهنوبحي ادادنا هللا نود نم ذختي نم سانلا نمو هلل ابح
"İnsanlardan bazısı Allah'tan başkasını Allah'a eşler ve benzerler edinir de onları, Allah'ı sever gibi severler. İman edenler ise daha çok Allah'ı severler."(Bakara:165) buyurulmuş, Allah'a gösterilen sevgi ve saygının benzerini onun yaratıklarından herhangi birisine göstermenin doğru olmayacağı bildirilmiştir.
Putperestler de Allah'ı tanıyor ve O'na inanıyorlardı. Ancak putlara, kendilerini Allah'a yaklaştırmak, Allah katında kendilerine şefaatçi olmak için taptıklarını söylüyorlardı.
Allah'a yaklaşmak için vasıtaya ihtiyaç yoktur. Çünkü Allah insana şah damarından daha yakındar. İnsana bu kadar yakın olan yüce yaratıcıya ulaşmak için vasıtaya ihtiyaç olur mu? Elbette olmaz. Yeterki insan, Allah'ın gönderdiği son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) 'ya uysun, onun sünnetini benimsesin, bu ona yeter. Zaten Kur'an-ı Kerim de bize bu yolu tavsiye ediyor. Nitekim:
روفغ هللاو مكبونذ مكل رفغيو هللا مكببحي ينوعبتاف هللا نوبحت متنك نا لق ميحر
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âl-i İmran:31) buyurulmuştur.
Allah katında şefaate gelince: bu da Allah'ın iznine bağlıdır. Allah izin vermedikçe hiç kimse O'nun katında şefaat edemez. Nitekim bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:
هل نذا نمل إلا هدنع ةعافشلا عفنت إلو
"Allah'ın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez."(Sebe':23)
Bütün bunlar gösteriyor ki, her işte Allah'a yönelmeli ve O'nun razı olacağı işleri yapmalı ve ibadette başkasını O'na ortak kılmamalıdır.
Şirkin bir başka çeşidi de riyâ'dır. Riyâ. gösteriş için ibadet etmek ve hayır işlemektir. Kişi. böylelikle Allah için yapılması gereken bir ibadet ve hayır ile dünyevî bir çıkar sağlamayı
amaçlamaktadır.
İbâdet, yalnız Allah için yapılır ve ancak onun hakkıdır. Başkalarına gösteriş için ibadet yapılmaz. Nitekim Kur'an-ı Kerimde:
ادحا هبر ةدابعب كرشي إلو احلاص المع لمعيلف هبر ءاقل وجري ناك نمف
"Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi O'na ortak koşmasın."(Kehf:110) buyurulmuştur.
İnsanlardan çıkar sağlamak için yapılan ibadeti Allah kabul etmez ve böyle ibadete değer vermez. Nitekim Peygamberimiz. Allah Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Ben, ortakların ortaklıktan en müstağni (doygun) olanıyım. Her kim yaptığı amel ve ibadette bana başkasını ortak yapar (riyakârlık eder) sa onu koştuğu ortağı ile başbaşa bırakır (yaptığı amellerin sevabından mahrum: eder).iz" (Müslim,Zühd,5)
Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
"Kıyamet gününde insanlardan ilk sorgulanacak üç kişiden biri şehit olan bir kimsedir ki, huzura getirilir. Cenâb-ı Hak ona verdiği nimetleri sayar, o da eriştiği bu nimetleri saklamayıp kabul eder. Allah Teâlâ ona:
—Bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar. O da: —Senin uğrunda savaştım da şehid düştüm, der. Allah Teâlâ:
—Yalan söylüyorsun, sana cesur desinler diye savaştın, öyle de söylenmiştir, buyurur. Sonra, verilen emir üzerine yüzükoyun sürüklene sürüklene cehenneme atılır.
ikincisi de ilim öğrenip öğretmiş ve Kur'an okumuş bir kimsedir ki, bu da getirilir. Cenâb-ı Hak ona ihsan buyurduğu nimetleri sayar. O da bu nimetleri saklamayıp itiraf eder. Cenâb-ı Hak ona:
—Bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar. Adam:
—İlim öğrendim ve öğrettim. Kıır'an okudum, der. Cenâb-ı Hak:
—Hayır, yalan söylüyorsun; ilmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur'an-ı, sana (güzel) okuyucu desinler diye okudun. Nitekim bu söz de söylenmiştir, buyurur. Verilen emir üzerine yüzükoyun sürüklenerek ateşe atılır.
Üçüncüsü de, Cenab-ı Hakk'ın kendisine imkân verdiği ve her türlü servetten ihsan buyurduğu kimsedir. Bu da diğerleri gibi huzura getirilir. Cenab-ı Hak ona lütfettiği nimetleri sayar. O da onları inkâr etmeyip itiraf eder. Bunun üzerine canab-ı Hak kendisine:
—Bunlara karşılık ne yaptın? diye sorar. Adam:
—Servetimi sırf senin uğrunda harcadım, deyince Cenâb-ı Hak:
—Yalan söylüyorsun. Bunları, sana cömert desinler diye yaptın; bu söz de söylenmiştir, buyurur. Sonra verilen emir üzerine bu da sürüklene sürüklene cehenneme atılır."(Müslim,İmare,43)
Görülüyor ki, Allah Teâlâ gösteriş için yapılan ibadetleri kabul etmeyecek ve böyle hareket eden riyakârları şiddetle cezalandıracaktır.
2- Adam Öldürmek
Adam öldürmek de büyük günahlardandır. Doğuştan insanın sahip olduğu bir takım temel haklar vardır.Bunlann başında hayat hakkı gelir. Herkes yaşama hakkına sahiptir. Bu hakkı insana, onu yaratan Allah Teâlâ vermiştir. Allah'tan başka hiç kimsenin bu haktan onu mahrum etmeye yetkisi yoktur. Buna kalkışan kimse yani başkasının hayatına son veren kimse büyük günah işlemiş ve Allah'ın azabını haketmiş olur.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
قحلاب إلا هللا مرح يتلا سفنلا اولتقت إلو
"Haklı bir sebeb olmadıkça Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın."(İsrâ:33) Bir başka âyet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:
إلو اناسحا نيدلاولابو ائيش هب اوكرشت إلا مكيلع مكبر مرح ام لتا اولاعت لق اهنم رهظ ام شحاوفلا اوبرقت إلو مهاياو مكقزرن نحن قالما نم مكدإلوا اولتقت مكلعل هب مكاصو مكلذ قحلاب إلا هللا مرح يتلا سفنلا اولتقت إلو نطب امو نولقعت
"De ki: Geliniz Rabbınızın size neleri haram kıldığını okuyayım. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin de onların da rızkını biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve haksız yere, Allah'ın yasakladığı cana kıymayın. İşte şu size anlatılanları Allah tavsiye etti, umulur ki düşünür anlarsınız." (En'am:151)
Dinimiz cana kıymayı insanlık suçu saymıştır.
Kur'an-ı Kerim, bir insanı öldürmenin, bütün insanlan öldürmek gibi günah olduğunu bildirmiştir. (Maide, 5/32)
Kıyamet günü insanlar dünyada yaptıklarının hesabını verirken ilk önce bm suçtan sorguya çekileceklerdir. Nitekim Peygamberimiz:
"Kıyamet gününde insanlar arasında ilk görülecek dâva kan davasıdır.'(Buhari,Rikak, 48;Müslim Kasame,8) buyurmuştur.
Dinimizin beş ana hedefinden birisi de insan hayatını korumaktır. Bu, insanın sorumlu olduğu görevlerinden birisidir. Bu sebeble. insanın hayatını koruması uğrunda öldürülmesi halinde, şehid olacağı Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir. Bir insanın başkasını haksız yere öldürmesi büyük günah olduğu gibi. kişinin kendi canına kıyması yani intihar etmesi de aynı dercede büyük gü-nahtır. Nitekim Peygamberimiz intihar edenlerin görecekleri feci azabı şöyle haber veriyor:
"Her kim bir dağdan (yüksek bir yerden) kendisini aşağıya atıp öldürürse, cehennem ateşinde sonsuz ve devamlı olarak kendisini yüksekten aşağıya bırakan (bir halele azab olunur). Bir kimse de zehir içerek canına kıyarsa zehi-ri elinde içer bir halde sonsuz ve devamlı bir surette cehennem ateşinde (azab olunacaktır. Her kim de kendisini bir demir parçasıyla öldürürse o da bıçağı elinde karnına vurarak sonsuz ve devamlı bir şekilde cehennemde (azab olunacak) tır."(Buhari,Tıp,56)
İnsan, dünyada çeşitli sıkıntı ve üzüntülerle karşılaşabilir. Güç yetiremiyeceği olayları yaşayabilir. Ancak bunalıma düşerek dengesini yitirmeden olaylara sabretmesi ve Cenab-ı Hakk'a sığınarak O'ndan kurtuluş dilemesi gerekir. Bu, mü'minin yapacağı iştir. Yoksa bunalıma düşerek canına kıyması ve böylece kurtulacağını sanması yanlıştır. Peygamberimiz, ölüm ile yaşlılıktan başka her derdin bir çaresi olduğunu bildirmişlerdir.
Bunun için mü'min, karşılaştığı sıkıntı ve olaylara sabrederek Cenab-ı Hak'tan genişlik diler, kurtuluşu, canına kıymada aramaz.
3- Namuslu ve İffetli Kimselere İftira Etmek
Toplumu rahatsız eden hastalıkların en çirkin olanlarından birisi de iftiradır.
İftira, bir kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptı demek, söylemediği bir sözü söyledi diyerek ona isnad etmektir.
Dinimiz insanın şerefine ve iffetine büyük önem vermiş, toplum içinde saygınlığının korunmasını emretmiştir.
Bunun içindir ki. ona iftirada bulunmayı büyük günah saymıştır.
Esasen dinimiz kesin bilgimizin olmadığı konular hakkında dikkatli olmamızı öğütlemiştir. Kur'an-ı Kerinr de şöyle buyuruluyor:
هنع ناك كئلوا لك داؤفلاو رصبلاو عمسلا نا ملع هب كل سيل ام فقت إلو إلوئسم
"Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme, Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur". (İsrâ:36)
İnsan, her duyduğu söze. hakkında araştırma yapmadan inanmamalı ve onu yaymamalıdır. Sonunda duyduğu o sözün yalan olduğu, gerçekle ilgisi bulunmadığı anlaşılırsa bundan üzülür. Nitekim Cenab-ı Hak bizi uyararak şöyle buyuruyor:
اوحبصتف ةلاهجب اموق اوبيصت نا اونيبتف ابنب قساف مكءاج نا اونما نيذلا اهيا اي نيمدان متلعف ام ىلع
"Ey mü'minler, eğer fasık (günahkâr) ın biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (Hücürat:6)
Peygamberimiz de şövle buyurmuştur:
"Kişiye, her duyduğunu konuşması, yalan olarak yeter." (Müslim,Mukaddime,3) İftiranın çeşitleri vardır, en kötüsü ve en çirkini iffetle. ırz ve namusla ilgili olanıdır.
İffetli bir kadına iftira etmek onun şerefini altüst eder. yuvasını yıkar ve ailesini perişan hale getirir. Günahsız yere ölünceye kadar üzüntü çekmesine sebeb olur. Bunun içindir ki Peygamberimiz, iffetli kadınlara iftira etmeyi, insanı helak edici günahlardan saymış, şöyle buyurmuştur:
"İnsanı mahveden yedi şeyden kaçının.
—Ey Allah'ın Resulü, bu yedi şey nedir? diye sorduklarında, Peygamberimiz:
—Allah'a ortak koşmak, sihir (efsun) yapmak, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı bir kimseyi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum anında savaştan kaçmak, namuslu, kendi halinde mü'min kadınlara zina iftirası yapmaktır."(Buhari,Tıp,48;Müslim,İman,38)
İftiraya uğrayan kimse çoğu zaman kendisini savunamaz ve üzerine atılan pisliği temizleyemez. Bu durumda olan kimsenin Allah'a sığınmaktan başka çaresi kalmaz. Bu çaresizlik içerisinde
Allah'a yönelen ve O'na yalvaran kimsenin duasını Allah Teâlâ'nın kabul edeceği Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.
Bir gün Allah'ın huzurunda yaptıklarının hesabını bizzat Allah'a vereceğine inanan kimse hiç bir zaman başkasına iftira etmez, kesin bilmediği birşeyi konuşmaz.
4- Zina
Büyük günahlardan birisi de zinadır.
Zina, aralarında meşru bir evlilik olmayan, nikâlı bağı bulunmayan kimselerin cinsî ilişkide bulunmalarına denir.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
اليبس ءاسو ةشحاف ناك هنا انزلا اوبرقت إلو
"Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz bir hayasızlıktır, kötü bir yoldur:(İsra:32) Peygamberimiz de:
"Müminleri, Allah'tan daha çok, fenalıklardan koruyan kimse yoktur. Bunun için Allah Teâlâ açık-kapalı fuhşiyatı (zinayı) haram kılmıştır." (Buhari,Müslim,Tevbe,7) buyurmuştur.
Zinanın, ahlâkî, sosyal, hukukî ve sıhhî pek çok zararları vardır.
Toplumların çekirdeği ailedir. Sağlıklı nesil bu yuvada yetişir. Çocuk fizikî gelişmesini de. ahlâk ve terbiyesini de önce buradan alır. İnsan sevgisinin kaynağı ailedir.
Bu yuva için en büyük tehlike zinadır. Zina her şeyden evvel ailenin teşkilini engeller. Kurulmuş olan ailenin ise dağılmasına ve perişan olmasına sebeb olur.
Zinâ. insanın sağlığı için de zararlıdır. Pek çok zührevî hastalıkların kaynağının zina olduğu tıbben sabit olmuştur. Hatta bugün insan sağlığını tehdit eden aids hastalığı da çoğunlukla üreme organları yoluyla bulaşmaktadır.
Zinanın yaygın hale geldiği toplumlarda ölüm olaylarının çoğalacağını haber veren Peygamberimiz, bu noktaya dikkatimizi çekmiştir. (Et-Tergib ve't-Terhib, c. 3, s. 286)
Zina ile ana rahmine düşen çocukların çoğu kere doğmaları engellenir. Dünyaya gelenler ise ortada kalarak perişan olur. Anne ve baba şefkatinden mahrum kalır. Çocuğuna sonsuz şefkat ve merhametle dolu ve çocuğu için her fedakârlığa katlanan annenin çocuğunu terketmesine zorlayan, bu yüz kızartıcı kötülüktür.
Böylece zina insanı en büyük özelliğinden, sevgi ve merhamet duygusundan yoksun hale getirir. Bunun içindir ki dinimiz, bir kadınla bir erkeğin yalnız bir yerde başbaşa kalmalarından
sakınmalarını tavsiye etmiştir. Durumu müsait olanların hemen evlenmelerini emretmiş, evlenmenin gereksiz masraflarla zorlaştırılmamasım öğütlemiştir.
Dinimiz, çocuk sahibi olmanın bazılarının sandığı gibi- insanı fakir yapmayacağını, aksine evlenenlerden fakir olanları Allah Teâlâ'nm zengin yapacağım bildirmiştir. Kendini haramdan korumak kasdıyle evlenmek isteyenlere yardımcı olunmasını tavsiye etmiştir.
Yesrip (Medine) den gelip Mekkenin kenarında Akabe denilen yerde Peygamberimizle buluşan ve onu dinledikten sonra müslüman olmak isteyenlere Peygamberimiz:
'Allah'a ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız hiç bir yalanla bühtan ve iftirada bulunmamak, doğru işde isyan etmemek üzere bana biat ediniz." (Buhari,İman,11)buyurmuştur.
Sonuç olarak, zina. büyük günahlardandır. Olgun iman ile bir arada barınmaz. Nitekim Peygamberimiz:
"Zina eden kişi zina ettiği sıra (tam ve olgun) mü'min olduğu halde zina etmez." (Buhari,Eşribe, 1) buyurmuştur.
5- Savaştan Kaçmak
Dinî görevlerimizden birisi de vatanı korumak, gerektiğinde bu uğurda savaşarak ölmektir. Vatan, müslümanların vazgeçemiyecekleri çok önemli bir varlıktır. Çünkü din. namus ve
bağımsızlık gibi kutsal değerler, ancak vatan sayesinde korunabilir. Bundan dolayı vatan için katlanamayacağımız hiç bir fedakârlık yoktur. Esasen buna mecburuz da . Aksi takdirde her an-Allah Korusun- vatansız kalma ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelebiliriz.
Vatan savunması için askerlik yapmak, dinî bir görevi îfa etmek demektir. Çünkü vatan savunması aynı zamanda dinin, namus ve şerefin de savunması demektir. Bunları savunmanın ise. dinî bir görev olduğunda şüphe yoktur.
Dinimiz askerliğe büyük önem vermiştir. Sınırda bir gün bir gece nöbet beklemenin, bir ay gündüz nafile oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlı olduğunu Peygamberimiz haber vermiştir. (Nesai, Cihat, 39)
Askerlik, vatanı savunmak için hazırlıklı olmak demektir. Barış içinde yaşamak için bu gereklidir. "'Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh-u salâh" sözü bunu ne güzel ifade etmektedir. Barış içinde yaşamak isteyen savaşa hazır olmalı ve savaş için gerekli olan her şeyi hazır bulundurmalıdır.
Konu ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
ةوق نم متعطتسا ام مهل اودعاو
"Düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın." (Enfal:60)
Askerlik, gerektiğinde savaşmak içindir. Vatan için savaşmak, Allah'ın emridir. Buna cihad diyoruz.
Hangi amelin daha üstün olduğunu soran kimseye Peygamberimiz:
"Allah'a îman etmek ve onun yolunda savaşmaktır." (Buhari,İman,18;Müslim,İman,36) buyurmuştur.
Vatan uğrunda ölenlere şehit denir. Şehitlik ise bir müslümanın dünyada erişebileceği en yüksek mertebedir.
Düşmanla savaşmak ve şehit olmak, ne kadar büyük mükâfata erişmeye ve¬sile ise. savaştan kaçmak da o kadar büyük suç ve günahtır.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
رابدإلا مهولوت الف افحز اورفك نيذلا متيقل اذا اونما نيذلا اهيا اي هللا نم بضغب ءاب دقف ةئف ىلا ازيحتم وا لاتقل افرحتم إلا هربد ذئموي مهلوي نمو ريصملا سئبو منهج هاوامو
"Ey mü'minler, (savaşta) toplu halde kafirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkanızı dönmeyin, (korkup kaçmayın) Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında kim öyle bir günde onlara arka çevirirse (korkup kaçarsa) muhakkak ki o, Allah'ın azabı ile döner, yeri de cehennemdir. O ne kötü varılacak yerdir." (Enfal:15-16)
Bir savaş anında Devletin orduya katılma çağrısına uymamanın ve kaçaklık gösterilmesinin Allah Teâla ile Peygamberi tarafından en ağır nefret ve şiddetle karşılandığını Tebük seferine katılmayan üç kişi ile ilgil olayda görüyoruz.
Olay şudur:Tebük seferine mazeretleri olmadığı halde katılmayan Ka'b İbn Mâlik, Murâre b. er-Rebî el- Amrî ve Hilâl b. Ümeyye el-Vâkıfı Peygamberimiz tarafından çok ağır bir şekilde
cezalandırılmışlardı. Peygamberimiz, müslümanların bu üç kişi ile konuşmasını yasakladı. Gerçekten bu çok ağır bir ceza idi. Çarşı pazarda dolaşırken karşılaştıkları hiç kimse bunlara selâm vermez, konuşmaz, yüzlerini dönerdi. Bunlar çok daralmış ve bunalmışlardı. Allah'a yalvarıyor bu suçlarının bağışlanmasını diliyorlardı. Nihayet elli gün sonra Cenab-ı Hak tevbelerini kabul buyurmuş ve kendilerini bağışladığını bildirmişti.
Konu ile ilgili şu anlamdaki ayet inmiştir:
تقاضو تبحر امب ضرإلا مهيلع تقاض اذا ىتح اوفلخ نيذلا ةثالثلا ىلعو هللا نا اوبوتيل مهيلع بات مث هيلا إلا هللا نم اجلم إل نا اونظو مهسفنا مهيلع ميحرلا باوتلا وه
"Ve (savaştan) geri bırakılan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan, yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığım anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir." (Tevbe:118)
Bundan sonraki seferlere müslümanlar top yekûn katılmışlar, kaçan ve geri kalan olmamıştı.
6- Sihir
Sihir de büyük günahlardandır.
Sihir, sözlükte, sebebi gizli ve ince olan şey demektir. Din örfünde ise, sebebi gizli olan ve gerçek olmadığı kabul edilen şeye denir ki. göz bağcılık ve hilekârlık şeklinde ceryan eder.
Türkçemizde buna "Büyü" ve "Efsun" diyoruz. Bunu san'at edinene de " Sihirbaz" adı verilir. Sihrin tarihi çok eskidir, ilkel topluluklara kadar dayanır.
Sihrin değişik yolları ve pek çok çeşitleri vardır.
Gerçekle ilgisi bulunmayan ve sırf gözbağcılıktan ibaret olan sihir olduğu gibi. gerçek netice ve etkileri olan sihirler de vardır.
Büyük Müfessir Elmalılı Muhamed Hamdi YAZIR. Fahreddin Râzi'nin, tefsirinde işaret ettiği sihrin sekiz çeşidini açıkladıktan sonra, bunları şöyle özetliyor:
'Buraya kadar saydığımız sekiz kısım sihir, dönüp dolaşır iki esasta toplanır.
Biri , sırf yalan, dolan, sadece saçmalama ve iğfal olan söz veya fiil ile etki yapan sihir, diğeri de az çok bir gerçeğin su-i istimal edilmesiyle ortaya konan sihirdir. Sihrin bütün niteliği; hayali, hakikat zannettirecek şekilde insan ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir meydana getirmekten ibaret olduğu halde, bunun bir kısmı tamamiyle hayal, diğer bir kısmı da bazı gerçeklerle karışıktır."
Sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir. Düşünceleri bozar, gönülleri çeler, ahlâkı perişan eder. Karı ile kocanın arasını ayırır, aile yuvasını yıkar. Komşuları birbirine düşürür, toplumu büyük fitnelerle karşı karşıya bırakır.
İşte bunun içindir ki dinimiz sihri yasaklamış, sihirbazların kötü ruhlu insanlar olduklarını, dünyada da. ahirette de perişan olacaklarını bildirmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:
ىتا ثيح رحاسلا حلفي إلو
"Büyücü nereye varırsa iflah olmaz." (Tâhâ:69) buyurulmuştur.
Hiç şüphe yok ki öyledir: karı ile kocayı birbirinden ayıran, aile yuvasını yıkan; komşuları, dostları birbirine düşüren, toplum ferdleri arasındaki birlik ve bütünlüğü bozan insan kötü ruhludur. Cenab-ı Hak böylelerine hiç bir vakit mutluluk nasip etmez.
Buharî ve Müslimin rivayet ettikleri metni yukarda geçen hadis-i şerifte ferd ve toplumları mahveden yedi günah sayılırken bunlardan bir tanesinin de büyü olduğu bildirilmiştir.
Sihirbazın sihir yapması günah olduğu gibi bir müslümanın herhangi bir probleminin çözümü için sihirbaza gitmesi de aynı şekilde günahtır. Çünkü bu, onu tasvip ve ona inanma anlamı taşır.
Peygamberimiz:
"Kuş uçuran ve kendisi için kuş uçurulan, fala bakan veya baktıran, sihir yapan veya yaptıran bizden değildir. Kim bir falcıya gider de onun söylediğini doğrularsa o kimse Mııhammed'e (SA.V) indirileni inkâr etmiş olur." (Et-Tergib ve'terhib. C.4. S. 33 (Hadisi Bezzar rivayet etmiştir.) buyurmuştur.
Konu ile ilgisi olması bakımından kehanet ve falcılıktan da kısaca söz etmekte yarar vardır. Çünkü dinimiz kehaneti de falcılığı da yasaklamış, bunlann hurafe, aslı olmayan saçma şeyler olduğunu bildirmiş, bunlarla mücadele etmiştir.
Kehanet ve Falcılık
Kehanet, gelecek zamanda olacak bir olayı önceden haber vermek demektir, bu işle uğraşana yani gelecekten haber verdiğine inanılan kimseye de "Kâhin" denir.
İnsan, tarihin her devrinde ve hemen her toplumda geleceğe ait olayları önceden öğrenmek istemiştir. Kehanet ve falcılık ise bu isteğe bir cevap olarak ortaya çıkmıştır.
Dinimiz her çeşit hurafe ile mücadele ederken, kehanetle ve falcılıkla da mücadeleyi ihmal etmemiştir. Çünkü kahin ve falcı, gelecekte olup bitecek olaylardan haber vermek üzere ortaya çıkan bir takım çıkarcı açık gözlerdir. Bildiklerini iddia ettikleri şey gayb bilgisidir. Bunu ise Allah'tan başka hiç kimse bilmez. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
وه إلا اهملعي إل بيغلا حتافم هدنعو
"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır. Onun için gaybı ancak O bilir.."(En'am:59)
هللا إلا بيغلا ضرإلاو تاوامسلا يف نم ملعي إل لق
"De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez." (Neml:65)
نا كلم ينا مكل لوقا إلو بيغلا ملعا إلو هللا نئازخ يدنع مكل لوقا إل لق يلا ىحوي ام إلا عبتا
"(Ey Muhammed !) De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmem, size ben bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahyolunan Kur' an' dan başkasına uymam.." (En'am:50)
Kıyametin ne zaman kopacağı sorusuna Peygamberimiz:
"Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir." (Buhari,İman,37) diye cevap vermiştir. Bütün bunlar gösteriyor ki, kâhinlerin bildiklerini iddia ettikleri geleceğe ait bilgileri Allah'tan
başka kimse bilmez. Bunun için kâhine gidip ondan geleceğe ait bilgi istemeyi dinimiz yasaklamıştır.
Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Kim kâhine veya arrafa (yitiğin veya çalınan malın yerini haber verdiğine inanılan kimse)'ye gider ve onun söylediğini tasdik ederse, o kimse Muhammed (sallallahu aleyh'i ve sellem'e indirileni inkâr etmiş olur."(Et-Tergib. ve't-Terhi. b. C. 4 S. 34 (Hadisi Bezzar rivayet etmiştir.)
"Her kim arrafa (çalınan bir şeyin veya yitiğin yerini haber veren kimse) ye gelip ondan bir şey sorar da onu tasdik ederse ,o kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz." (Müslim. Selâm. 35)
Falcılık da kehanet gibi gelecekten haber vermektir ki. dinimizce yasaktır ve günahtır. İslâmiyetten önce Arapların "Ezlâm" denilen fal okları ile yaptıkları falcılık çok yaygın idi.
Bu oklar üç parça idi. Bunlardan birinde "yap", öbüründe "yapma" yazılı idi. üçüncüsü de boştu. Bir iş yapmak isteyen veya yola çıkmayı düşünen kimse bu işin ve bu yolculuğun yararlı olup olmadığını bu oklarla anlamak isterdi. "Yap" yazılı ok çıkarsa yapmak istediği işi yapar veya yola çıkardı, "yapma" yazılı ok çıktığında da o işi yapmaz veya yola çıkmazdı. Boş olan okun çıkması halinde de yazılı ok çıkıncaya kadar fala devam ederdi.
İslâmiyet gelince, bütün aslı olmayan anlayışlar gibi bunu da yasaklamış ve bunun şeytan işi pislik olduğunu bildirmiştir, (Maide:90)
Yasak olan sadece "ezicim" denilen oklarla fala bakmak değil, bu gün yıldız, kahve, bakla, iskambil kâğıdı gibi araçlarla yapılan falcılık günah olduğu gibi, bunlara inanmak da günahtır
7- Riba- Faiz
Büyük günahlardan birisi de faiz kazancı yemektir.
Bu konuda "Helaller ve Haramlar"bölümünde gerekli açıklamalar yapılmıştır.Oraya bakılabilir.
8- Alkollü ve Uyuşturucu Maddeler Kullanmak
Bu konuda "Helaller ve Haramlar"bölümünde gerekli bilgiyi bulabilirsiniz.
9- Rüşvet
10- Kumar
Bu dört maddede yazılı günahlarla ilgili olarak kitabın "Helâller ve Haramlar" bölümünde gerekli açıklamalar yapılmıştır.
11- Yetim Malı Yemek
İnsanların durumları hep aynı değildir. Bir kısmı zengin, bir kısmı da fakirdir. Bir kısmının sağlığı iyi olduğu halde, bir kısmı hasta ve sakattır. Ailesiyle huzur içinde yaşayanlar yanında yuvası yıkılmış ve ocağı sönmüş, boynu bükük, öksüz yetimler de vardır.
Dinimiz, toplum ferdlerinin birbirleriyle yardımlaşmalarını öğütlerken, yoksulları görüp gözetmemizi, öksüzleri kendi çocuklarımız gibi koruyarak eğitip yetiştirmemizi tavsiye eder.
Peygamberimiz:
"Gerek kendisine ve gerek başkasına ait her hangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennetde şöyleceyiz." buyurarak şehadet parmağıyla orta parmağına işaret etmiştir.
(Müslim,Zühd,2)
Öksüzler, bizlere Allah "in emanetidir. Onların anası da babası da biziz. Onların eğitilip yetiştirilmesi ve topluma yararlı birer insan haline getirilmesi bizim görevimizdir.
Öksüzlerin yalnız kendilerini değil, onlara ait malları da korumak, bize Allah'ın emridir. Mallarını, zayi olmaması için. kendi malımız gibi koruyacak, büyüdüklerinde ise kendilerine teslim edeceğiz.
Konu ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
هدشا غلبي ىتح نسحا يه يتلاب إلا ميتيلا لام اوبرقت إلو
"Ergenlik çağına erişinceye kadar yetimin malına yaklaşmayınız. Meğer ki, en güzel bir niyet ve maksatla ola." (En'am:152)
Yetimlerin mallarına kötü bir niyet ve maksatla yaklaşıp onları kendi mallarına katarak yiyenlerin büyük vebal altında kalacakları Kur'an-ı Kerim'de bildirilmekte ve şöyle buyurulmaktadır:
مكلاوما ىلا مهلاوما اولكات إلو بيطلاب ثيبخلا اولدبتت إلو مهلاوما ىماتيلا اوتاو اريبك ابوح ناك هنا
"Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin. Mallarınızı onların mallarına katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır." (Nisa:2)
اريعس نولصيسو اران مهنوطب يف نولكاي امنا املظ ىماتيلا لاوما نولكاي نيذلا نا
"Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler, şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten alevlenmiş ateşe gireceklerdir." (Nisa:10)
Başkasına ait olan bir malı haksız bir şekilde elde edip yemek de haram ve günahtır. Eğer bu mal, kendi malımız gib korumak ve büyüdüğünde kendisine vermekle yükümlü olduğumuz bir yetime ait ise. onu haksız olarak kendi malımıza katmak suretiyle yemek ise büyük günahlardandır.
Olgun mü'mine yakışan, böyle bir günahı işlememek ve kendini ateşe atmamaktır.
12- Anne ve Babaya Asi Olmak
Dinimiz, müslümanın bütün görevlerini iki maddede özetlemiştir.
Birisi, yalnız Allah'a ibadet etmek, diğeri de O'nun yaratıklarına şefkat ve merhamet göstermektir.
Yaratıklar içinde öncelik, anne ve babaya verilmiş, onlara itaat edilmesi emredilmiştir. Çünkü insanı yaratan Allah'tır. Anne ve baba dediğimiz "ebeveyn"'de onun dünyaya gelmesine sebeptirler. Ayrıca onu yetiştirip terbiye edilmesaij ve topluma yararlı bir insan haline gelmesini sağlayan kişilerdir. Bu uğurda hafi
türlü fedakârlığa, bir karşılık beklemeden seve seve katlanan onlardır.
Bu itibarla insan, önce kendisini yoktan var eden Allah'a ibadet etmek. sonra da onun var olmasının sebebi olan anne ve babasına itaat etmekle yükümlüdür. Bu husus Kur'an-ı Kerim'de
(İsra, 17/23) ve hadis-i şeriflerde (Buhara Cihat, 1; Müslim, İman, 36) böylece bildirilmiştir. İşte bunun içindir ki. dinimiz anne ve babaya saygısız davranmayı ve âs olmayı yasaklamış ve
bunu büyük günahlardan saymıştır. Peygamberimiz:
"Büyük günahlar, Allah'a ortak koşmak, anne ve babaya isyan etmek, adam öldürmek ve yalan yere yemin etmektir." ( Buhari,Eyman,16) buyurmuştur.
Allah Teâlâ. insanların işledikleri günahlardan, dilediklerinin cezasını ahirete erteleyeceğini, yalnız anne ve babaya yapılan saygısızlığın cezasını ölmeden önce de dünyada sahibine vereceğini. Peygamberimize bildirmişlerdir.
Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Üç dua var, bunların kabul olunacağında şüphe yoktur; mazlumun -haksızlığa uğramış olanın duası, misafirin duası, anne ve babanın çocuklarına olan duaları." (Tirmizi,Birr,7)
"Üç şey vardır ki, bunlar ile yapılan amelin faydası olmaz: Allah'a şirk koşmak, anne ve babaya âsi olmak ve savaştan kaçmaktır." (Et-Tergib ve'tTerhib,C.3,S.328,Beyrut,1968(Hadisi,Taberani rivayet etmiştir.)
Anne ve babaya, özellikle yaşlandıklarında yapılacak hizmet ve itaat, kişinin cennete girmeyi haketmesine. aksi ise cenneti kaybetmesine sebebtir. Nitekim Peygamberimiz:
—Burnu sürtülsün (yani rezil ve rüsvay olsun), yine burnu sürtülsün, yine burnu sürtülsün, buyurunca;
—Kimin, ey Allah'ın Resulü? diye soruldu. Peygamberimiz:
—Anne, babasından birinin veya ikisinin ihtiyarlıklarına yetişip de sonra cennete giremiyenin" buyurdu.
Anne ve babaya yapılan saygısızlıkla ilgili Peygamberimizin daha pek çok uyarıları vardır. Sonuç olarak şu hadis-i şerifle konuyu bitirelim:
"Allah'ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah'ın gazabı anne ve babanın gazabındadır."
(Tirmizi,Birr,3)
13- Yalan ve Yalan Yere Şahitlik
İnanan bir insan için imandan sonra en güzel sıfat, hiç şüphe yok ki doğruluktur. Doğruluk. Peygamberlerde bulunması gerekli beş sıfattan birisidir.
Doğruluk, ahlâkın temeli ve bütün faziletlerin başıdır.
Doğruluk, ne derece bir fazilet ise bunun karşıtı olan yalancılık da o kadar kötü bir huydur. Bunun için dinimiz, yalan konuşmayı yasaklamıştır.
Mü'min yalan konuşmaz. Çünkü mü'min güvenilir kimse demektir. Yalan ise buna engeldir. Peygamberimize:
—Mü'min korkak olur mu? diye sorulmuş, —Olabilir, buyurmuş.
—Mü'min cimri olur mu? diye sorulunca, Peygamberimiz: —Olabilir demiş.
—Mü'min yalancı olabilir mi? denilince, Peygamberimiz:
—Hayır, olamaz, buyurmuştur. ( Tenviru'l-Havalik ala Muvatta'il-İmam Malik,C.2,S.252)
Yalan, insan için en kötü sıfat olan münafıklık belirtisidir. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur.
Münafıkın belirtisi üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder
(onu korumaz)." (Buhari İman,24;Müslim,İman,25)
Yalancının dünyada da ahirette de yüzü karadır. Çünkü insan, yalan konuştukça ve yalanı benimsedikçe Allah katında yalancılardan vazılır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Doğruluğu benimseyin - ondan ayrılmayın- zira, doğruluk iyiliğe götürür, iyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyledikçe, doğruyu araştırdıkça Allah katında doğru yazılır. Yalandan kaçının, zira yalan kötülüğe götürür. Kötülük de cehenneme iletir. Kişi yalan söyledikçe ve yalan peşinde koştukça Allah katında yalancı yazılır." ( Buhari,Edeb,69;Müslim,Birr,29)
Peygamberimiz, çocukları yatıştırmak ve oyalamak için onlara yalan söylemenin de günah olduğunu, bundan da sakınılması gerektiğini bildirmiştir.
Abdullah b. Amr (radıyallahü anh) diyor ki:
"Peygamberimiz evimizde bulunduğu bir günde, annem, "yavrum gel, sana bir şey vereceğim" diye beni çağırdı. Peygamberimiz anneme:
—Çocuğa ne vermek istedin? diye sordu. Annem:
—Hurma vermek istedim, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
—Eğer bir şey vermeyeydin (de çocuğu böylece aldataydın) sana bir yalan günah yazılırdı, buyurdu. ( Ebu Davud,Edeb,88)
Yalanın her çeşidi günah olmakla beraber.en çirkini yalan şahitliğidir. Hatır için, yahut çıkar için mahkemede yalan şahitliği yapmak büyük bir günahtır.
Yalancı şahit; önce. başkasının dünyasını yapacağım, gönlünü hoş edeceğim diye kendi ahiretini yıkmış olur. Sonra da yaptığı yalan şahitlikle hakkın kaybolmasına ve günahsız insanların eziyet görmelerine, mağdur olmalarına sebeb olur.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
نيدلاولا وا مكسفنا ىلع ولو هلل ءادهش طسقلاب نيماوق اونوك اونما نيذلا اهيا اي ناو اولدعت نا ىوهلا اوعبتت الف امهب ىلوا هللاف اريقف وا اينغ نكي نا نيبرقإلاو اريبخ نولمعت امب ناك هللا ناف اوضرعت وا اوولت
"Ey müminler, adaleti titizlikte ayakta tutan; kendiniz, anne- babanız ve akrabalarınız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. (Haklarında şahitlik ettikleriniz.) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahidliği) eğer büker, yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır"(Nisa:135)
Peygamberimiz de:
—Büyük günahların en büyüğünü size bildireyim mi? buyurdu. Ashab: —Evet, bildir, ey Allah'ın Resulü, dediler. Peygamberimiz:
—Allah'a ortak koşmak, anne ve babaya âsi olmak, buyurdu. Sonra, dayanmakta olduğu yerden doğrulup oturdu ve:
—İyi dinleyin, bir de yalan şahitliğidir, buyurdu. Peygamberimiz bu sözü durmadan tekrar ediyordu. Ashab: "Keşke sükût buyursalar" dedi. ( Buharî. Şehadet. 10: Müslim. İman. 38)
Yalan şahidliği yapan kimse üç çeşit günah işlemiş oluyor: Yalan konuşma, haksız olan kimseye yardım etme ve haklı olanı perişan duruma düşürmedir.
Öyle ise, mü'min yalan konuşmaz ve yalan şahitliği yapmaz. Bunlar, müslü-mana asla yakışmayan kötü huylardır.
14- Gıybet (Çekiştirmek)
Büyük günahlardan birisi de gıybettir. Ebû Hureyre (r.a.)'nin rivayetine göre. Peygamberimiz: —Gıybet nedir bitirmişiniz? diye sordu. Ashab:
—Allah ve Peygamberi daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz:
—Kardeşini gıyabında (arkasında) onun hoşlanmadığı bir şey ile anıtlarıdır, buyurdu. Ashab:
—Kardeşimde dediğim varsa ne buyurursunuz? dediler Peygamberimiz:
— Eğer dediğin ayıp, kardeşinde varsa o zaman gıybet olur. Yoksa, ona bühtan ve iftira etmiş olursun, buyurdu.
İnsanın en çok dikkat etmesi gerekli organlarından birisi, hiç şüphe yok ki, dilidir. Peygamberimiz:
"Bir insan, manasını düşünmeden bir söz söyleyiverir ki, o yüzden cehennemin, doğu ile batı arasındaki mesafeden daha uzak bir yerine düşer." ( Müslim. Zühd. 6) buyurmuş ve dilimize sahip olmamızı öğütlemiştir.
Dilin pek çok manevî hastalıkları vardır. Bunlardan birisi de gıybettir. Gıybet, yukarıdaki hadis-i şerifte de ifade buyurulduğu üzere, bir insanın arkasından onun kusurunu söylemek, onu çekiştirmektir.
Bu kusur, onun fiziğiyle, soyu ile, ahlâkiyle, kılık ve kıyafetiyle, dini ile ilgili olabilir. Boyu kısadır, babası kötü bir insandır, riyakârdır, yalancıdır, kumarbazdır, güvenilmez kişidir gibi.
Bu ve benzeri kusur ve ayıpları din kardeşinin gıyabında söylemek gıybettir ve günahtır. Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
هومتهركف اتيم هيخا محل لكاي نا مكدحا بحيا اضعب مكضعب بتغي إلو ميحر باوت هللا نا هللا اوقتاو
"Biriniz diğerini gıybet etmesin, sizden biri ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Elbette bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkunuz. Allah, tevbeleri kabul eder, çok esirger." (Hucurat: 12)
İmam Gazâlî. gıybetin, belli başlı sebeblerinden birinin kin olduğnu söylüyor . Bir kimse başkasına duyduğu kin sebebiyle onu çekiştirmekten ve aleyhinde konuşmaktan zevk alır diyor. Halbuki mü'min kin gütmez. Ona yakışan bağışlamaktır, hoş görmektir.
Hz. Aişe diyor ki. ben bir gün Peygamberimize:
- Ey Allah'ın Resulü. Safiyye'nin -ki bu da Peygamberimizin eşi idi- şöyle,böyle oluşu-râvilerden bazılanna göre kısa boylu oluşunu kasdederek- sana yeter, demiştim de Peygamberimiz:
-"Aişe, öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denizin suyu ile karışsa her halde onu bozardı." Hz. Aişe diyor ki: Ben yine bir gün Peygamberimize bir kimsenin fizikî durumu ile
davranışlarını taklid ve hikâye etmiştim. Bunun üzerine Peygamberimiz:
-Karşılığında bana dünyayı verseler bile bir insanı hoşlanmıyacağı bir şey ile taklit ve tavsif etmeyi kisinlikle sevmem. ( Ebû Davûd. Edep. 40: Tirmizî Birr. 20) buyurdu.
Peygamberimiz, müslüman kardeşini gıyabında çekiştirenlerin korkunç bir şekilde azab edileceklerini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Ben miraç ettirildiğim gece, bir kavmin yanından geçtim. Bunlar, bakırdan tırnaklarıyle yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Ben:
-Ey Cebrail, bunlar kimlerdir? diye sordum.
-Bunlar, insanların etlerini yiyen-gıybet edenler, onların şeref ve iffetlerine dokunanlardır, dedi."
( Ebû Davûd. Edep. 40 )
Gıybet etmek günah olduğu gibi. yapılan gıybeti dinlemek de günahtır. Müslüman, kardeşi bir yerde çekiştirilirken. onun iffet ve namusuna dokunulurken, bunu duyan kimseye düşen görev, buna mani olmaktır. Çünkü, bir müslümanın kanı ve malı gibi. ırz ve namusu da haramdır yani. her türlü tecavüzden korunmuştur.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Bir kimse, kardeşinin ırz ve şerefini çekiştirene karşı onu savunursa, Allah Teâlâ kıyamet günü o kimseyi Cehennem'den uzaklaştırır." ( Tirmizî. Birr. 20)
Gıybet eden kimse günahkârdır. Bu günahından kurtulmak için yalnız tevbe etmek, Allah'tan af ve bağış dilemek yeterli değildir. Hem tevbe etmeli, hem de gıybet ettiği kardeşine giderek ondan hakkını helâl etmesini dilemelidir. Ancak o zaman bu günahtan kurtulmuş olur.
15- Koğuculuk (Söz götürüp getirmek)
Dinimiz bütün müslümanlan kardeş yapmış ve kardeşliğe zarar verecek her şeyi de yasaklamıştır.
Kardeşliğe zarar veren çirkin davranışlardan birisi de koğuculuktur. Arapçada buna nemime, bu işi yapana da nemmam denir.
Koğuculuk, ara bozmak için birinden lâf alıp diğerine götürmektir. Bu. çok kötü bir huydur, mü'mine asla yakışmaz. Böyle söz götürüp getirmek, insanları birbirine düşürür. Kardeşi kardeşe düşman eder. Baba ile evlâdı, karı ile kocayı birbirinden ayırır. Büyük fitnelere sebeb olur.
Mü'minin görevi, dargınları barıştırarak insanların arasını bulmaktır. Yoksa insanlara lâf taşıyarak aralarını açmak ve onları birbirine düşman etmek değildir.
Koğuculuk yapanlar daha mezarda Allah'ın azabına uğrayacaklardır.
İbn Abbas (Allah onlardan razı olsun) diyor ki: Peygamberimiz iki kabrin yanından geçerken: - "Bu mezarlarda yatanlar azab görüyorlar. Hem de (kendilerince) azab görmeleri büyük bir şey
için değildir, buyurdu. Sözüne devanı ederek:
Evet (onlar her ne kadar bunu basit görüyorlarsa da) günahları büyüktür. Biri idrardan sakınmaz, iyice temizlenmezdi. Diğeri de koğuculuk ederdi, buyurdu.'' (Buharî. Cenaiz. 89: Müslim. Tahare. 111)
Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur:
"Ara bozmak için lâf götürüp getiren kimse cennet'e giremez."(Buharî. Edep. 50: Müslim. İman. 45) Peygamberimiz, arkadaşlarından hiçbiri hakkında kendisine söz getirilmesini hoş karşılamaz ve: "Ashabımdan hiç biri diğeri hakkında hoşlanmıyacağım bir şeyi bana ulaştırmasın. Çünkü ben,
hepinize salim bir kalb ile -sevgi dolu gönül ile-çıkmayı isterim." (Ebu Davut. Edep. 33) İki yüzlülük mü'min için en çirkin sıfatlardan biridir. Peygamberimiz:
"Şüphesiz insanların en kötü olanları da iki yüzlü kimselerdir ki, birine bir yüzle, diğerine başka bir yüzle gelirler." ( Buharî. Cenaiz. 82: edep. 49)
Konu ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
ميمنب ءاشم زامه نيهم فالح لك عطت إلو
"Ayıp araştıran,koğuculukla söz gezdiren kimseye ilgi duyma."(Kalem: 11)
16. Sû-i zan (Başkasını kötü sanmak)
Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
ملع هب كل سيل ام فقت إلو
"İyice bilmediğin bir şeyin ardına düşme..." ( İsrâ: 36)
Ayet-i Kerîme çok önemli bir konuda bizi uyarıyor; iyice bilmediğimiz ve görmediğimiz kimseler hakkında söz söylememizi, fena düşünce taşımamızı yasaklıyor. Çünkü insanın duyduğu şeylerin çoğu yalan, bir kısmı da kin ve garazın ürünü olabilir. Bunun içindir ki. kesin bilgiye
dayanmayan şeylerden sakınmak gerekir.
Esasen mü'min her şeyde dikkatli ve ihtiyatlı davranır. Çünkü Peygamberimiz:
"Her işittiğini söylemek, insana yalan olarak yeter." ( Müslim. İman. 3) buyurmuştur. İyice bilmediğimiz bir şeyi söyleyip, sonunda onun, söylediğimiz gibi olmadığı anlaşılınca
mahcup olur, biz öyle sanmıştık, demek zorunda kalırız. Hele kesin bilgiye dayanmayan, sadece tahminden ibaret olan bir duyum ile din kardeşimizi kötü sanar ve onun hakkında yanlış bir kanaate varırsak büyük haksızlık yapmış, günaha girmiş oluruz. Hiç kimsenin, bazı tavır ve davranışlarından şüpheye düşerek onun kötülüğüne hükmetmemeliyiz.
İtban b. Malik (R.A.) şöyle anlatıyor:Ben, kavmim Beni Salime namaz kıldınrdım . Beni Salim ile aramızda bir dere vardı. Yağmur yağdığı zaman onların mescidine gitmem zor oluyordu. Bunun üzerine Peygamberimize gelip:
-Ey Allah'ın Resulü, gözlerim zayıfladı yağmur yağdığı vakit aramızda olan dere akıyor da onu geçip mescide gitmem zor oluyor. İstiyorum ki bana gelip evimin bir yerinde namaz kıldırasın da namaz kıldığın yeri namazgah edineyim (mescide gidemediğim zaman namazımı orada kılayım), dedim, peygamberimiz (Bedir savaşına bizzat katılmış bulunan bu zatın gönlünü hoş etmek üzere):
-Inşaallah bunu yaparım, dedi. Ertesi sabah Peygamberimiz ile Ebû Bekir, güneş yükseldiği vakit bana geldiler. Peygamberimiz evime girmek için izin istedi, buyur ettim. Eve girince de oturmadı,
-Nerede namaz kılmamı istersin? buyurdu. Namaz kılmasını istediğim yeri kendilerine gösterdim. Peygamberimiz hemen namaza durdu. Biz de arkasında saf olduk. İki rek'at kıldırıp selâm verdi. Biz de selâm verdik. Kendisi için hazırlanan içyağı ile pişirilmiş un çorbasına onu alıkoyduk. Mahalle halkı Peygamberimizin evimi şereflendirdiğini duyunca evimize gelip doldular. Mahalle halkından biri (Malik b. ed-Duhşum'u kasdederek):
-Malik nerede diye sordu. Meclisde bulunanlardan birisi: -O, Allah'ı ve Peygamberini sevmeyen bir münafıktır, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
-Böyle deme; görmüyor musun, O, Allah'ın rızasını kasdederek "Lâ İlahe İllallah" diyor, buyurdu. Adam:
-Allah ve Peygamberi daha iyi bilir, fakat biz, Allah'a yemin ederiz ki. Malik'in münafıkları sevdiğini ve onlarla konuştuğunu görüyoruz, deyince, Peygamberimiz:
-Allah Teâlâ'nın rızasını gözeterek "Lâ İlahe İllallah" diyen kimseyi Allah Teâlâ cehennem'e haram kılmıştır, buyurdu (kesin bilgiye dayanmayan bu tahminin yanlış olacağını bildirdi.)
(Müslim. Mesacid, 47)
Allah Teâlâ kur'an-ı Kerim'de:
مثا نظلا ضعب نا نظلا نم اريثك اوبنتجا اونما نيذلا اهيا اي
"Ey müminler, zarının çoğundan sakının, zira zatının bazısı vardır ki günahtır." (Hucurat:12) buyuruyor.
Peygamberimiz de:
"Sû-i zan etmekten sakınınız; Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır." ( Buhari. Edep. 58: Müslim. Birr. 9) buyurmuştur.
Yukarıdaki ayet-i kerîme sû-i zandan sakınmamızı emrediyor ve hiç kimsenin gizli hallerini, ayıp ve eksiklerini araştırmamamızı öğütlüyor. Başkalarının kusurlarını araştıranların gizli hallerini Allah Teâlâ ortaya çıkarır. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
''Müslümanların ayıplarını araştırmayın. Her kim müslümanların ayıplarını araştırırsa Allah Teâlâ da onun ayıbını takip ederek, evinin içinde de olsa onu rezil ve rüsvay eder."(Tirmizi. Birr. 83)
Rivayete göre Hz. Ömer halife iken Medine'de geceleyin kontrol için gezerdi. Bir gece bir evde şarkı söyleyen bir adamın sesini duydu. Duvardan aşarak içeri girdi, baktı ki bir adam yanında bir
kadın, bir de şarap var. Adama:
-Ey Allah'ın düşmanı, sen günah işleyeceksin de Allah seni örtecek mi sandın? dedi. Adam: -Acele etme, ey müminlerin emiri, ben bir günah isledim ise, sen üç konuda günah işledin. Allah
Teâlâ: "Ayıpları araştırmayın" buyuruyor, sen gizliliği araştırdın. Allah Teâlâ: "Evlere kapılarından girin." ( Bakara: 189) buyuruyor, sen ise du selâm vermedikçe, girmeyin." ( Nûr: 27) buyuruyor, sen ise benim evime izin almadan girdin, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:
-Nasıl, şimdi sizi affedersem, siz de beni affeder, tevbe eder misiniz? Dedi. Ve bu şekilde bıraktı çıktı. (Suyûti, Ed-Dürrü'l-Mensûr. C.6. S. 93 )
Görülüyor ki. kötü zanda bulunmak ve din kardeşinin gizli kusur ve ayıplarını araştırmak dinimizde yasak ve günahtır.
Böyle bir günah işleyen kimse bu günahtan kurtulmak için hem tevbe etmesi ve hem de sû-i zanda bulunduğu kimselerden haklarını helâl ettirmesi gerekir.
Zannın hepsi günah değildir. Hüsnü zan (başkasını iyi sanmak) bunlardandır. Peygamberimiz:
"Sizden biriniz sakın Allah'a hüsnü zan etmeden ölmesin.'' ( Müslim. Cennet. 19) buyurmuştur. Hüsnü zan beslediğimiz yani iyi sandığımız kimse, zannettiğimiz gibi değil ise, bize bundan
ötürü bir sorumluluk yoktur.Çünkü biz kesin bilmediğimiz bir konuda kişilere ancak hüsnü zanda bulunabiliriz. Aksi takdirde kötü zanda bulunur isek Allah'ın emrine aykırı hareket etmiş olmakla günaha girmiş oluruz.
Müslümana Kâfir Denilmez
İman, inanılması gereken şeyleri kalp ile tasdik etmektir. Dil ile ikrar, yâni inandığını dil ile ifade etmek kalbdeki imanın göstergesidir. Kalben inanan ve inandığını dili ile söyleyen kimse mü'mindir. müslümandır. İnanç esaslarını inkâr etmedikçe o kimseye kâfir denmez.
İnanan bir kimsenin inancının gereği olarak Allah'ın emirlerini yerine getirmesi ve yasakladığı şeylerden sakınması gerekir. Ancak, dini hükümleri hafife almak veya haramları helâl saymak gibi bir düşünce ile değil de nefsine uymak ve tembellik dolayısıyle emirleri yerine getirmeyen ve yasakları işleyen kimse görevini yapmadığı için günahkâr olur. fakat dinden çıkmaz. Böyle bir kişiye kâfir denemez. O kimse yine mü'mindir.
Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
مكتائيس مكنع رفكي نا مكبر ىسع احوصن ةبوت هللا ىلا اوبوت اونما نيذلا اهيا اي
"Ey İman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki, Rabbi-niz sizin kötülüklerinizi örter" (Tahrim:8)
Yüce Rabbimiz günah işleyen kullarına mü'min olarak hitap edip onları tevbe etmeye çağırırken bir müslüman diğer bir müslanana gühah işlediğinden dolayı nasıl kâfir diyebilir? Bir müslüman. din kardeşini fasık (yoldan çıkmış sapık) veya kâfir olmakla suçlayıp teşhir edemez. Böyle bir davranış müslümana asla yakışmaz. Böyle bir davranışın çok vahim ve tehlikeli sonucunu Sahih-i Buhari'de yer alan bir hadis-i şeriften öğreniyoruz.
Ebu Zer (r.a.)'den rivayet edilen hadis-i şerifte Peygamberimiz şöyle buyu-ruyor:
"Hiç bir kimse, başka bir kişiye fasık (yoldan çıkmış sapık) diye söz atamaz, kâfir diyemez. Eğer fasık dediği kimse fasık, kâfir dediği kimse de kâfir değilse bu sıfatlar muhakkak onları söyleyen kimseye döner" (Buharı. Edeb. 44)
Bu hususta diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur:
"Bir kimse din kardeşine kâfir derse bu söz ikisinden birine döner" (Buharî. Edeb. 73: Müslim.
İman. 26 ).
Yâni bir müslüman din kardeşini fasık veya kâfir olmakla suçlarsa, suçladığı kimse gerçekten öyle olsa bile onu suçlayıp teşhir etmek caiz değildir. Eğer fasık dediği kimse fasık değilse kendisi fasık olur, kâfir olduğunu iddia ettiği kişi kâfir değilse bu söz geriye dönerek söyleyenin kâfir olmasına sebep olur.
Çünkü o, bu sözle bir mü"minin kâfirliğine hükmetmiştir. Hükmettiği kişi gerçekten kâfir değilse kendisinin küfrüne hükmetmiş olmaktadır ( Umdedül-Kaarî, C.22. s. 157)Böyle bir suçlama ise. bir müslüman'ın kendi kendine yapacağı çok büyük bir kötülük olur.
Bu konuda başka bir hadisin anlamı da şöyledir:
"Her kim, bir adama: Ey kâfir veya Allah'ın düşmanı! der de o adam dediği gibi değilse o sözler bunları söyleyene döner" (Riyazif s-Salihin, C.3. s.259)
O halde müslümana düşen, başkalarında gördüğü kötü davranışları yayarak onları üzmek değil, öğüt vermek ve yapıcı bir şekilde uyarıda bulunmaktır.
Bir müslümana kâfir demek son derece sakıncalıdır. Çünkü başkasının kâfir olmasına razı olmak demektir ki, bu, bir müslüman için düşünülemez. Kaldı ki bir müslümanın kafirliğine hükmetmek çok zordur.
Şöyle ki, bir kimsenin kâfir olduğunu gösteren bir çok ihtimal yanında kâfir
olmadığını sösteren bir ihtimal de varsa o kimsenin kafir olmadıeı tercih edilir (Dürer. C.l. s.324 ) Hatta bir kimsede bulunan yüz ihtimalden doksan dokuzu kâfir olduğunu, bir ihtimal de kâfir olmadığını gösterse, yine o kimsenin müslümanlığına hükmedilir (Aliyyül-Kaari. Şerhul-Fıkhı' l-
Ekber. s.296)
Bir kimsenin yaptığı ibadetlerle gösteriş yaparak başkalarına karşı üstünlük taslaması da doğru değildir.
Nitekim Kur'an-ı Kerimde:
ىقتا نمب ملعا وه مكسفنا اوكزت الف
"Kendinizi temize çıkarmayın, çünkü o, (Allah) kötülükten sakınanı daha iyi bilir" (Necm:32) buyurulmuştur.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Bir adam: Vallahi Cenab-ı Hak falan kişiyi affetmez, dedi. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah:
"Falan kimseyi affetmiyeceğimi kim temin edebilir? Muhakkak ki ben o adamı bağışlar, senin amelinin sevabını da iptal ederim",(Müslim. Birr. 137) buyurdu
Başkalarını kötülemek, onların kusur ve hatalarını teşhir ederek kendini temize çıkarmak, doğru olmadığı gibi Allah'ın kimi affedip kimi affetmiyeceği hususunda hüküm vermek de kimsenin yetkisinde değildir. Müslüman, başkalarının kusurları ile meşgul olmamalı, kendi kusurlarını düzeltmeye çalışmalıdır.
17- Alay Etmek
Dinimiz bütün müslümanları kardeş yapmış, kardeşliğe yakışmayan, kardeşler arasını açacak olan her türlü söz ve davranışı da yasaklamıştır.
Bu sebeble dinimiz, bir kimse ile alay etmenin, onu incitecek söz söylemenin, kötü ad takmanın büyük günah olduğunu bildirmiş ve bundan sakınılmasını emretmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
ءاسن إلو مهنم اريخ اونوكي نا ىسع موق نم موق رخسي إل اونما نيذلا اهيا اي باقلإلاب اوزبانت إلو مكسفنا اوزملت إلو نهنم اريخ نكي نا ىسع ءاسن نم نوملاظلا مه كئلواف بتي مل نمو ناميإلا دعب و سفلا مسإلا سئب
"Ey Mü'minler, bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim de tevbe etmez ise, böylesi kimseler zâlimlerdir." (Hucurat:11)
Peygamberimiz de:
"Birbirinize haset etmeyiniz. Alış verişte birbirinizi aldatmayınız. Birbirinize dargın durmayınız ve birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Birbirinizin bitmek üzere olan pazarlığını bozmayınız. Allah'ın kulları kardeş olunuz.
Müslüman, müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, ona hor bakmaz." buyurmuş, sonra da üç defa göğsüne işaret ederek:
"Takva işte buradadır. Bir kimsenin kötü olabilmesi için müslüman kardeşini hor görmesi yeter. Müslümanın müslümana kanı, malı, ırzı haramdır" (Müslim,Birr,10) buyurmuş ve müslumanı hor görmenin ne kadar kötü bir davrınış olduğunu bildirmiştir.
Bir insanla alay etmek, onu değersiz görmek demektir. Halbuki insan, saygınlığı olan bir varlıktır. Allah'ın itibar ettiği insanı hakir görmek yanlıştır, hatadır. Kaldı ki. Cenab-ı Hak alay edilen kimsenin Allah katında alay edenden daha değerli olabileceğini bildirmekte, medenî olmayan bu davranıştan vaz geçilmesini emretmektedir.
Allah Teâlâ, gerek el ile gerek dil ile şunu bunu itip kakmayı, kırıp incitmeyi âdet edinmiş dedikoducularla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
هددعو إلام عمج يذلا ﴾١﴿ ةزمل ةزمه لكل ليو
٤﴿ ةمطحلا يف نذبنلك ﴾٣﴿ هدلخا هلام نا بسحي ٦﴿ ةدقوملا هللا ران ﴾٥﴿ ةمطحلا ام كاردا امو ٨﴿ ةدصؤم مهيلع اهنا ٧﴿ ةدئفإلا ىلع علطت يتلا
٩﴿ ةددمم دمع يف
"Arkadan çekiştirmeyi ,yüze karşı eğlenmeyi ve başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı âdet edinenlere yazıklar olsun. O, malının kendisini ebedi kılacağını mı zanneder? Hayır, andolsun o Hutame'ye atılır. Hu:-me'nin ne olduğu sana söylendi mi? Allah'ın tutuşturulmuş, yandıkça tırmanıp kalblerin tâ üstüne çıkan ateştir. Onlar bu ateşin içinde sütunlarm bağlanmışlar ve o vaziyette kapılar üzerine kapatılmıştır." (Hümeze suresi)
O halde, başkası ile alay etmek, onu üzer ve incitir. Başkasını haksız yere inciten ise günah işlemiş olur. Çünkü dinimiz, değil insana, diğer canlılara bile eziyet etmeyi haram kılmış, yasaklamıştır.
18- Hırsızlık ve Haksızlık
Dinimize göre insanın hayatı. ırz ve namusu gibi malı da mülkü de mukaddestir, dokunulmazdır. Bir insanın canına kıymak. ırz ve namusuna tecavüz etmek nasıl büyük günah ise. onun malını haksız yere elinden almak da aynı şekilde haram ve günahtır.
Haksız kazanç denilince akla hırsızlık gelir, hırsızlıkla elde edilen kazanç gelir. Hile ile. dolandırıcılıkla, yankesicilikle, yalan şahitlikle, rüşvetle ve benzeri meşru olmayan her hangi bir yolla başkasının malını elinden almak da bir çeşit hırsızlıktır ve haramdır.
Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur.
ضارت نع ةراجت نوكت نا إلا لطابلاب مكنيب مكلاوما اولكات إل اونما نيذلا اهيا اي اميحر مكب ناك هللا نا مكسفنا اولتقت إلو مكنم
"Ey müminler! Aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda yemeyin ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size merhamet eder." (Nisa:29)
Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur:
"Kim haksız bir iddiada bulunur, kendisinin olmayanı kendisinin yapmağa çalışırsa bizden değildir. O cehennemdeki yerine hazırlansın." (İbn Mâce. Ahkam. 6 )
İnanmış olan bir insan, hiç kimsenin malına haksız yere el uzatmaz. Tarlada, bağda ve bahçede komşularının hududuna tecavüz etmez.
Kişilerin mülkiyetinde olan mal ve topraktan haksız yere bir şey almak nasıl günah ise. kamuya ait mal ve topraktan bir şey çalmak da aynı şekilde günahtır. Çünkü bunda topyekün milletin, henüz tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır.
Haksızlık ve hırsızlıkla zimmetine mal. para ve toprak geçirenlerin kıyamet gününde cezalandırılacakları Peygamberimiz tarafından bildirilmiş ve şöyle buyurulmuştur:
"Kim haksız olarak başkasına ait yerden bir şey alırsa, kıyamet gününde gasbederek aldığı yer ile yedi kat yere batırılır." (Buhârî. mezalim. 13: Müslim. Müsakat, 30)
"Bir kimse haksız olarak bir başkasının yerine tecâvüz ederse, o yerin yedi katı da o kimsenin boynuna geçirilir." ( Buharı. Mezalim. 13: Müslim. Müsakat. 30)
Halbuki müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, haksızlık yapmaz. Bilir ki bir gün Canab- ı Halde'ın huzurunda yaptıklarının hesabını verecek, yaptığı günahların cezasını çekecektir. Bunun içindir ki, Peygamberimiz, müminlerin Allah'ın huzuruna haksız kazançla, kul hakkı ile gitmemelerini öğütlüyor, şöyle buyuruyor:
"Bir kimse din kardeşinin iffetine yahut malına haksız olarak dokunmuş ise; altın, gümüş bulunmayan (kıyamet) gününden evvel ondan helâllik alsın. Aksi takdirde yaptığı haksızlık oranında onun iyiliklerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahlarından alınıp haksızlık edene yükletilir."(Buharı. Mazalim. 10)
Çünkü kıyamet günü herkese hakkı ne ise verilecek, hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır.
Tevbe
Peygamberlerden başka hiç kimse ma'sûm değildir, günah işleyebilir. Nitekim Peygamberimiz:
"Ademoğlunıın hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı ise tevbe edenlerdir." ( İbn Mâce.Zühd. 30) buyurmuş, insanın hatasız olamıyacağını bildirmiştir.
İnsanın, hatasının çokluğu onu ümitsizliğe düşürmemeli, yaptığı hatalardan pişmanlık duyarak Allah'a yönelmesi halinde Cenab-ı Hakk'ın tevbesini kabul etmek suretiyle kendisini bağışlayacağını bilmelidir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
نولعفت ام ملعيو تائيسلا نع وفعيو هدابع نع ةبوتلا لبقي يذلا وهو
"Allah, kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir"(Şûra: 25) Tevbe. Allah'ın emridir. İşlediğimiz günahlar için tevbe etmemizi Canab-ı Hak emrediyor.
نوحلفت مكلعل نونمؤملا هيا اعيمج هللا ىلا اوبوتو
"Ey müminler, hepiniz Allah'a tevbe ediniz ki felah bulaşınız."( Nûr: 8) Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
احوصن ةبوت هللا ىلا اوبوت اونما نيذلا اهيا اي
"Ey iman edenler ,bir daha (günaha) dönmeyecek tevbe ile tevbe ediniz"(Tahrîm: 8) Peygamberimiz de:
"Ey insanlar! Allah'a tevbe edin ve O'ndan mağfiret dileyin, ben günde yüz kere tevbe ediyorum."( Müslim. Zikr. 12) buyurmuştur.
Tevbe, sözlükte rucû etmek, dönmek demektir. Din örfünde ise. işlenmiş bir günaha pişman olup, bir daha işlemiyeceğine dâir Allah'a söz vermek ve O'ndan af dilemektir.
Tevbe, Cenab-ı Hakk'ın biz kullarına bir lütfudur. İşlediğimiz günahlardan kurtulmanın yoludur. İnsanın yaptığı günah için tevbe kapısı açık tutulmuştur.
Müminin son nefesindeki tevbesinin de geçerli olacağı umulursa da tevbeyi bu kadar geciktirmek hiç doğru değildir. Hatanın hemen peşinden tevbe etmeli, Cenab-ı Hakk'ın sonsuz rahmet ve mağfiretine sığınmalıdır.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:
كئلواف بيرق نم نوبوتي مث ةلاهجب ءوسلا نولمعي نيذلل هللا ىلع ةبوتلا امنا اميكح اميلع هللا ناكو مهيلع هللا بوتي تبت ينا لاق توملا مهدحا رضح اذا ىتح تائيسلا نولمعي نيذلل ةبوتلا تسيلو
اميلا اباذع مهل اندتعا كئلوا رافك مهو نوتومي نيذلا إلو نإلا
"Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah, bunların tevbesini kabul eder. Allah, her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyen ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlanmıştır."
( Nisa: 17-18)
Ayet-i Kerîmelerden anlaşılan şudur: Can çekişme durumundan önce henüz yaşamaktan ümidini kesmeden küfürden tevbe ederek iman etmek geçerlidir. Fakat can çekişme halinde yaşamaktan ümidini kesmiş olan kimsenin küfürden tevbe ederek iman etmesi geçerli değildir.İman ettikten sonra iyi amel yapabile¬cek bir zaman bulunmalıdır.
Fakat günahkâr müminin son nefesindeki tevbesi de geçerli olabilir. Çünkü Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez.
Günahlar İki Kısımdır.
Bir kısmı, içki gibi yalnız Allah'a karşı olup, kul hakkıyle ilgisi olmayan günahlardır. Bu gibi günahlardan tevbe etmenin üç şartı vardır:
1-Günahı terketmek.
2-Yaptığına pişman olmak.
3-Bir daha yapmamaya karar vermek.
Diğer bir kısmı da, rüşvet almak, iftira etmek gibi, insan hakkıyle ilgili olan günahlardır.
Bu gibi günahlardan tevbe etmenin, yukardaki şartlara ilâveten bir şartı d vardır ki. o da. hak sahibine hakkını vermek, yahut onunla helâlleşmektir.
Böylece şartlarına uyarak günahlarına tevbe eden kimsenin tevbesi makbul olur ve Cenab-ı Hak o kimseyi bağışlar, hem de tevbe ettiği için ondan razı olur.
Nitekim Peygamberimiz:
"Kulunun tevbesinden dolayı Allah Teâlâ'nın sevinci, sizden birinizin
ıssız çölde devesini kaybedip de tekrar bulduğundaki sevincinden daha fazladır.» ( Buhârî. Deavat.
4: Müslim. Tevbe. 1)
Allah Teâlâ tevbesini kabul buyurduğu kimsenin günahlarını bağışlar, kötülüklerini de iyiliklere çevirir.