top of page

Din Nedir?

 

"Din akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle en iyiye, en doğruya ve en güzele ulaştıran ilâhî bir
kanundur."
Dinin bu tarifinden şunları öğreniyoruz:
1.Dinin kurucusu Allah'tır. Bu itibarla Allah'tan başka hiç kimsenin din kurma yetkisi yoktur.
2.Dinin muhatabı akıl sahiplendir. Yani dinin hükümleriyle ancak aklı başında olan kimseler
yükümlüdür.
3.Din. peygamber tarafından tebliğ edilmiştir. Allah, peygamberlere din ile ilgili hükümleri
bildirmiş, onlar da insanlara duyurmuşlardır.
4.Dinin gayesi, insanları dünya ve ahirette mutlu kılmaktır. Çünkü din. insana yaratılışındaki
gayeyi, yaratana ve yaratıklara karşı yükümlü bulunduğu görevleri bildirir. İyi ile kötüyü
birbirinden ayırdeder. İyiye ulaşmanın yollarını gösterir. Bu suretle de insanın dünya ve ahirette
mutlu olmasını sağlar.
Din. bazılarının sandığı gibi sadece vicdanî bir kanaatten ibaret değildir. Dinin asıl gayesi,
insanı, ruh ve ahlâk yönünden olgunluğa eriştirmektir.

 

Dine Olan İhtiyaç

 

İnsan, ferd olarak da. toplum olarak da dine muhtaçtır. İlkel insandan tutun da bugünkü
teknolojik gelişmeleri gerçekleştiren insana varıncaya kadar tarih öncesi ve sonrası hiç bir devirde
din duygusu taşımayan topluluğa rastlanmamıştır. Çünkü:
1. İnsanın ruh ve beden olmak üzere iki yönü vardır. Bunlar, nitelik itibariyle birbirinden ayrı
iseler de öyle bir bütünlük içindedirler ki. ruh olmadan beden
bir işe yaramıyacağı gibi. bedensiz ruhun da bir anlamı yoktur. Aynı zamanda her ikisinin pek çok
arzu ve istekleri vardır. İnsan, ne bedenî, ne de ruhî ihtiyaç ve arzularını ihmal edemez. Bu
bakımdan insan beden itibariyle yaşamak için her şeyden önce gıdaya ve tehlikelerden korunmak
için de barınacak bir yere ne kadar muhtaç ise. ruhî yönden de manevî bir kuvvete o kadar
muhtaçtır. İnsan madde aleminde böyle bir dayanak bulamayacağı gibi aklı da onun bu ihtiyacını
karşılamak için yeterli değildir.
İnsanın önemli bir yönünü oluşturan, ruhunun isteklerini yerine getirecek ve üzüntülerini
giderecek olan şey, onun Allah'a ve sonsuz bir hayata inanmasıdır. Bu inanç olmadıkça ruhun
istekleri yerine getirilmiş ve arzuları karşılanmış olmaz.
Ruhun ise pek çok istekleri vardır, öyle ki, bunlar için bir sınır yoktur. İnsan, gerçek anlamda
mutluluğa, ancak ruhun sınırsız olan bu isteklerinin temin edilmesiyle ulaşabilir. İnsanın sınırlı olan
ömrü ise buna yetmez. Bu itibarla onun sonsuz olan bu arzu ve isteklerini gerçekleştirecek ve
kendisini mutlu kılacak olan. ölümsüzlüğe olan inancıdır. Fani olmayacak ve sonu gelmeyecek olan
bir hayata yönelmeyen ruhta gerçek mutluluk yok demektir. Bu da ancak Allah'a ve ebedî bir hayata
inanmakla elde edilir. Bunu bize öğreten de dindir. Şu halde insanın gerçek mutluluğunu ancak din
sağlar.
2.İnsan hayatı bir mücadeleden ibarettir. İnsan bu mücadelede bazan başarılı olamaz. Maddî
bütün sebeplere başvurduğu halde önüne çıkan engelleri aşamaz. Böyle bir durumla karşılaşan
insan, kendi kuvvet ve gücünün üstünde daha büyük bir kuvvetin varlığına inanmayacak olursa
bunalıma düşer, hayatına bile kıyar. Fakat sonsuz güç ve kuvvet sahibi yüce bir yaratıcıya inanmış
olan kimse ise. karşılaştığı engeller ve güçlükler karşısında ümidini yitirmeyerek, ilâhî kudretin
büyüklüğünü ve ümitsizliğe düşmeyenlere daima yardım edeceğini düşünerek O'na sığınır, kendini
kaybetmez.
Bu itibarla, günlük hayatımızda da en büyük dayanağın din olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
3.İnsanın ruh yönünden yükselip olgunlaşması yaratılışının bir gereğidir. Bu. ancak yüksek
ahlâkla elde edilir. Ahlâk üstünlüğü ise, din duygusu ile gelişir. İnsan. Allah sevgisinden ve din
duygusundan yoksun olduğu an. pek çok insanî özelliklerini kaybetmiş olur. Allah'a inanmayan ve
sorumluluk duygusu taşımayan bir kimsede ahlâkî üstünlüğün bulunmayacağı tabiîdir. Çünkü üstün
ahlâkın kaynağı dindir.
Özet olarak, hangi yönden bakılırsa bakılsın din, insan için bir ihtiyaçtır. Maddî yönden
ihtiyaçları ne kadar karşılanırsa karşılansın, manevî ve ruhî ihtiyaçları sağlanmamış olan bir insan,
hayatta arzuladığı huzuru bulamaz.
Şüphe yok ki. inançsızlık, insan için büyük bir felâkettir. Böyle bir kimse. madde aleminin
kendisini tehdit eden olayları karşısında dayanak noktasını kaybetmiş demektir. Sonsuz hayata,
ahiret hayatına inanmadığı için bütün gayreti, dünyanın geçici zevklerini yaşamak olacak, bunları
elde etmek için ise. hiç bir ölçü tanımayacaktır. Bir gün, dünyanın bu geçici zevklerinden
ayrılacağını ve yok olup gideceğini düşündükçe, tedirginliği artacak ve huzuru kaçacaktır.
Bir insan için bundan daha büyük bir felâket düşünülebilir mi? Elbette düşünülemez. Halbuki
din. ölüm ötesinde daha mutlu ve sonsuz bir hayatı müjdelemekte ve ona ulaşmanın yollarını
göstererek insana huzur ve güven vermek-tedir.
4. Ferd olarak din, insana ne kadar gerekli ise, toplum açısından da o kadar gereklidir.
İnsanlar toplu halde yaşarlar. Bu. onların yaratılışında varolan bir özelliktir. Hiç kimsenin yalnız
başına maddi ihtiyaçlarını karşılamaya gücü yetmez.
Bir arada yaşamak durumunda olan insanların, birbirlerine karşı bir takım hak ve görevleri vardır.
Toplumların devamı, ferdlerinin birbirlerine karşı olan bu görevlerini yerine getirmeleriyle
mümkündür. Bir insanın, başkalarının haklarına karşı saygılı olması, görev ile hakkın mukaddes
olduğuna inanmasına bağlıdır. Çünkü insan, çoğu kez aşırı arzularının etkisinde kalarak kişisel
çıkarlarından başka bir şey düşünemez. Bunun için insanı, başkalarına karşı olan görevlerini yerine
getirmeye ve onların haklarına saygılı olmaya mecbur edecek bir etkene ihtiyaç vardır, o da dindir.
Binaenaleyh, toplu halde yaşamak mecburiyetinde olan insanların, birbirlerine karşı olan
yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlayan ahlâk kurallarına uymaları kaçınılmazdır. Toplumu
oluşturan fertler arasında sağlam bir birlik bağı meydana getirecek yegâne esas da ahlâk
üstünlüğüdür. Bir toplumun bütün fertleri güzel ahlâka- sahip olursa birbirlerine karşı saygılı
davranır, böylece, fertleri arasında birlik ve bütünlük sağlanmış, toplum mutluluğa kavuşmuş olur.
Bu itibarla, toplum hayatı açısından bu kadar önemli olan ahlâk için, sağlam bir temele, iyi ile
kötüyü ayırd edecek gerçek bir ölçüye ihtiyaç vardır. İşte o da dindir.

 

Dinin Kaynağı

 

Bir takım duygu ve düşünceler vardır ki. bunlar, insanla beraber doğmuştur. Bunların başında
Allah ve din lîkri gelir. Yani din. sonradan ortaya çıkmış değil, insanla birlikte doğmuştur. Her
devirde insanoğlunun dine önem vermiş olması, bunun açık belgesidir.
Ancak, insanda doğuşta varolan bu duygunun gelişmesi için bir uyarıcıya ihtiyacı vardır. İşte
Allah'ın gönderdiği peygamberler bu uyarma görevini yerine
getirmişler ve insan varlığının ayrılmaz özelliği olan Allah ve din düşüncesinin gelişmesini
sağlamışlardır. Peygamberlerin vahye dayalı tebligatı, insanların yolunu aydınlatmış ve
peygamberlere uyanların dinî duygulan olgunlaşmıştır. Peygamberlerin çağrılarına kulak
vermeyenlerin ise. bu duyguları körelerek sapıklığa düşmüşlerdir.
Bu itibarla, din, akıl gibi insanın yaratılışında varolan bir duygudur ve insanla beraber doğmuş
temel bir fikirdir. Ancak dinî hükümlerin kaynağı, peygamberlerin ilâhî vahye dayanan mesajlarıdır

 

İlâhî Dinler ve Özellikleri

 

''İlâhîDin" veya "Hak Din" deyince ne anlıyoruz? Önce bunu açıklayalım:
Hak din. bir peygamberin. Allah'tan vahiy yoluyla aldığı ve insanlara tebliğ ettiği hükümler ve
düsturlar demektir. Buna "Hak Din" denildiği gibi. "İlâhî Din " veya "Semavî Din" de denir. Bu
tarifin dışında kalan dinlere de batıl dinler denir.
Hak dini. batıl dinden ayıran özelliklerin başlıcaları şunlardır:
1.Hak dinleri, Allah'ın görevlendirdiği peygamberler tebliğ etmişlerdir.
2.Hak din, bir olan. eşi ve dengi bulunmayan Allah'a inanmak ve yalnız O'na ibâdet etmek
esasına dayanır.
3.Öldükten sonra dirilmeyi ve dünyada yapılan her şeyin hesabının Allah tarafından sorulacağına
inanmayı emreder.
4.Doğruluk, emânete riâyet gibi üstün niteliklere sahip olan peygamberlerin Allah'tan vahiy
suretiyle aldıkları mesajları insanlara duyurduklarına inanmayı gerektirir.
5.Allah tarafından gönderilen ve peygamberler tarafından tebliğ edilen mu-kaddes bir kitaba
dayanır.
6.Meleklere îman. hak dinlerde bir esas olarak yer alır.
7.Hak dinlerde yer alan esaslar arasında, ilim ve akl-ı selîm ile çatışan bir taraf bulunmaz.
8.Hak dinlerin gayesi, insanlar arasında eşitliği, kardeşliği, adaleti tesis etmek ve insanlığı
mutluluğa ulaştırmaktır.

 

İslâm Dini ve Diğer Semavî Dinler

 

Hak dinlerin, başka bir deyişle semavî dinlerin sonuncusu İslâmiyettir. Bu dini tebliğ eden son
Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.)'dir, kitabı da Kur'an-ı Kerim'dir.
İslâm dini, ilk insan ve ilk peygamber Adem aleyhi s-selâm'm tebliğ ettiği Uk "Tevhid Dini" ile
diğer semavî dinlerin bir devamı, bunların sonuncusu ve en mükemmelidir. Kur"an-ı Kerim'de yer
alan inanç esasları ne ise. ilk peygamberin tebliğ ettiği inanç esasları da aynı idi. Kur'an-ı Kerim'den
önce indirilmiş olan kitaplarda da bu esaslar yer almıştır.
İslâm'dan önceki semavî dinler, esasda bir oldukları halde, bunlar zamanla değişikliğe uğrayarak
bozulmuşlardır.
İşte bu sebeple, son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.), Allah tarafından en son ve en büyük
yol göstercici olarak görevlendirilmiştir.

 

İslâm Dininin Özellikleri


İslâm dininin bir takım özellikleri vardır ki. başlıcaları şunlardır:

 

1. İslâm Dini Son Dindir


Semavî dinlerin hak dinler olduğunu ve ilk hak dinin, ilk insan ve ilk peygamber Adem aleyhi'sselâm
tarafından tebliğ edildiğini belirtmiştik. Zamanla insanlar kendilerine gönderilmiş olan dinin
esaslarından uzaklaşınca Allah, gönderdiği peygamberlere ilk "Tevhid Diıü"m yenilemiş ve
insanların bozduklarını peygamberleri vasıtasıyle düzeltmiştir. Semavî dinlerin esaslarında bir
değişiklik olmamış; zamana ve şartlara göre değişen, amel ile ilgili hükümler olmuştur.
İşte böylece, son peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.), Allah'ın kendisine vahyettiği İslâmiyeti
tebliğ etmiştir.
Hz. Muhammed. son peygamber olduğu gibi. getirdiği İslâmiyet de son dindir. Adem aleyhi'sselâm
ile başlayan ve Allah'ın birliği esasına dayanan tevhid dini, gelişe gelişe İslâmiyetle
olgunlaşarak tamamlanmıştır. Artık bundan sonra yeni bir din gönderilmeyecek. İslâm'ın hükümleri,
Allah'ın dilediği zamana kadar yürürlükte kalacaktır.
Her şeyin sonuncusu, kendinden öncekilere nisbetle daha mükemmeldir. İslâm dini de bunun
gibi, kendinden önceki semavî dinlere göre böyledir.
Bunun için Allah, son din olan İslâm'ın hükümleriyle bütün insanları yükümlü tutmuş ve ancak
insanların bu dini benimsemelerinden razı olacağını bildirmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle
buyurulmuştur:

"Allah katında din, şüphesiz İslâmiyettir." (Al-i İmran:19)

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa bilsin ki, kendisinden asla kabul edilmiyecek ve o, ahirette
ziyan edenlerden olacaktır." (Al-i İmran:85

ا
"Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak
İslâm'ı beğendim." (Mâide:3)

 

2. İslâm Dininin Değişmeyen Esasları Vardır


İslâm dininin değişmez bir takım esasları vardır. Bunlar; itikad, amel ve ahlâkla ilgili hükümler
olmak üzere üç kısma ayrılır.
a)İtikatla ilgili esaslar
İtikat demek, bir şeye inanmak, gönülden bağlanmak demektir.
İslâm itikadını teşkil eden ve bütün semavî dinlerde de yer alan bu temel hükümler:
- Allah'a. Meleklerine. Peygamberlerine. Kitaplarına. Ahiret Gününe, Kaza ve Kadere inanmaktır.
b)Amel ile ilgili esaslar
Islâmın amel ile ilgili esasları: insanların yaptıkları işlerle ilgili olan hükümler, emir ve
yasaklardır.
Bunlardan. Allah ile kulları arasındaki ilişkilerle ilgili olanlar ibâdetlerdir.
Amel ile ilgili esaslardan bir kısmı da insanın kendisiyle başkaları arasındaki ilişkileri
düzenleyen hükümlerdir. Başkalarının haklarına saygılı olmak: kimsenin canına, malına ve
namusuna saldırmamak gibi hususlar, bu kısma girer.
c)Ahlâk ile ilgili esaslar
İslâm'ın ahlâk ile ilgili esasları da ahlâkın güzelleşmesini, vicdanın terbiyesini ve ruhun
yükselmesini amaçlar.
İslâm dininin, itikad. amel ve ahlâk ile ilgili hükümleri, hem ferdin hem de toplumun mutluluğu
içindir.
3. İslâm Evrensel Bir Dindir
İslâm dini son din olduğu gibi. aynı zamanda tüm insanlığın da dinidir. İslâm dininden başka, bu
nitelikte olan başka bir din yoktur.Meselâ, Tevrat'ta Yahudiliğin evrensel olduğuna dair bir kayıt
mevcut değildir. Aksine Yahudiliğin tamamıyle İsrailoğullarına mahsus bir din olduğu
söylenmektedir. Hatta onlar. Yahudiliğe ilgi duyanları bu isteklerinden vaz geçirmek için dinlerinin
çok zor olduğunu ve tahammül edilmez hükümleri bulunduğunu söylerler. Hristiyanlık da evrensel
bir din değildir. Çünkü Hz. İsa, kendisinden önceki peygamberler gibi o da belli bir kavme
peygamber olarak gönderilmiştir. Bizzat Hz. İsa. kendisinden sonra gelecek peygamberi
müjdelemiştir.
İslâmiyete gelince onu tebliğ eden Muhammed aleyhi's-selâm. son peygamberdir. O.
kendisinden önceki peygamberler gibi bir kavme veya bir millete değil, tüm insanlara gönderilmiş,
âlemlere rahmet olarak gelmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

 

"(Ey Muhammed!) de ki; ey insanlar, doğrusu ben, Allah'ın hepiniz için gönderdiği
peygamberiyim." (A'raf :158)

 

"(Ey Muhammed!) Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat
insanların çoğu bilmezler." (Sebe:28)

"(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya :107)
Hz. Muhammed. bütün insanlara gönderilmiş son peygamber olunca, onun tebliğ ettiği din de bütün
insanların dini olması gerekir ve öyledir de.

bottom of page