
Cennete Yolculuk Dini Bilgiler Sohbet Ve Makale Platformu
AHLÂK
Ahlâk, insanın ruhunda yerleşen meleke ve alışkanlıklardır. Bu meleke ve alışkanlıklar kendi isteğimizle fiil ve davranışlarımızı meydana getirir.
Organlarımızın hareketleri ruhumuza bağlıdır. Ruhumuza güzel huylar, iyi alışkanlıklar yerleşirse organlarımızın fiil ve davranışları iyi olur. Buna "Güzel ahlâk" denir. Ruhumuza kötü huy ve fena alışkanlıklar yerleşirse organlarımızın fiil ve davranışları da kötü olur. buna da "Kötü ahlâk" denir.
Bu sebeple: söz ve davranışlarımızın iyi. ahlâkımızın güzel olabilmesi için ruhumuzun kötü huylardan temizlenerek iyi huy ve güzel alışkanlıklarla donatılması gerekir.
Ahlâkın Önemi
Dinimizde ahlâkın büyük önemi ve üstün bir yeri vardır. İslâm'ın gayesi, insanları güzel ahlâk sahibi yaparak olgunlaştırmaktır. Dinin emir ve yasaklarına bakınca, bunu açık bir şekilde görebiliriz.
Peygamberimiz:"Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." (Muvatta". Hüsnü'l-Hulk. 1) buyurarak son ve en mükemmel din olan islâm'ın, gayesini ve yüksek hedefini bildirmiştir. İslâm'da güzel ahlâkın yerini de şu ifade ile vurgulamıştır:
"İslâm güzel ahlâktır" (Kenzulummal. 3/17 Hadis No: 5225)
İslâm, süzel ahlâk oklusuna söre. müslümanın da süzel ahlâk sahibi olması
gerekir. Esasen, müslümanın değeri ahlâkının güzelliği ile ölçülür. İmanın meyvesi güzel ahlâktır. İyi ve güzel ahlâk sahibi olmayan kimse meyvesiz ağaç gib" dir. Müslüman. Allah'ın ve Peygamberin sevgisini iyi davranışları ve gü ahlâkı sayesinde kazanır.
Peygamberimize soruldu:
-Allah katında en sevgili kullar kimlerdir?
-"Ahlâkı en güzel olanlardır" (Et-Tergib ve't-Terhîb C.3. S. 40S (Hadisi. Taberânî rivayet etmiştir.) buyurdu
Başka bir hadis-i şerifinde de:
'Sizin bana en sevimliniz ve kıyamet gününde bana en yakınınız, ahlâkı en güzel olanınızdır."
( Tirmizî. Birr. 71) buyurmuştur.
Görülüyor ki. merhameti sonsuz olan Yüce Allah'ın rızasına ermek; alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin sevgisini kazanarak onun yakınında bulunmak, iyi ahlâk sahibi olmakla mümkündür.
Kişinin güzel ahlâklı oluşu, kalbindeki olgun imanın bir göstergesidir, yani sağlam ve olgun bir imana sahip olan kimsenin ahlâkî davranışları iyi olur, böyle kimseden kötü davranışlar meydana gelmez. Peygamberimizin şu hadis-i şerifi bunun ifadesidir. Buyuruyor ki:
"Mü'minlerin iman yönünden en olgunu, ahlâkı en üstün olanıdır." ( Tirmizî. İman. 6: Ebû
Davud. Sünnet. 14)
Müslümanı, Allah'ın sevdiği kulları mertebesine yükselten ve Peygamberimize yaklaştıran güzel ahlâk, sonuç olarak; mü'minin cennete girmesine ve ebedi saadete kavuşmasına vesile olur.
Ahlâkın Kaynağı
İslâm ahlâkının kaynağı Kur'an-ı Kerim'de yeralan yüksek ahlâk ilkeleri ile. bunları hayata geçiren, tatbik eden Peygamberimizin fazilet dolu yaşayışı ve örnek davranışlarıdır.
Peygamberimiz, Allah'ın terbiyesi ile yetişmiş, bütün iyilikleri ve güzellikleri kendisinde toplamıştır.
O. ahlâkını Kur'an'dan almıştır. Saygı değer eşi Hz. Aişe. Peygamberimizin ahlâkının nasıl olduğunu soran kişiye şu cevabı vermişin
"Sen Kur'an okumuyor musun?
O'nun ahlâkı Kur'an idi" (Müslim. Salût. 139)
Ahlâkın Müeyyidesi
İslâm'da ahlâk kurallarının yaptırım gücü sadece toplumun kınaması veya bir takım cezaî önlemler değil, kalblere yerleşen Allah korkusu ve sorumluluk duygusudur.
Bu sebeple müslüman. kendisini kimsenin görmediği ve vicdanı ile başbaşa kaldığı yerlerde bile ölçülü davranır, ahlâk kurallarına uyar.
İnançlı bir insan, bütün davranışlarının Allah tarafından gözetlendiğini bilir. Dünyada yaptığı her iş ve davranıştan kıyamet gününde sorguya çekileceğine, iyi davranışlarda bulunanların, bunun mükâfatını göreceğine, kötülük yapanların da cezalandırılacağına inanır ve ona göre davranır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
هري ارش ةرذ لاقثم لمعي نمو هري اريخ ةرذ لاقثم لمعي نمف
"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu (n mükafatını) görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu (n cezasını) görür." ( Zilzal: 7-8 )
Bu inancı taşıyan müslüman, bütün davranışlarına dikkat eder, kimseye kötülük yapmaz, elinden geldiği kadar iyilik etmeye çalışır.
Böyle bir inanca sahip olmayan ve başkaları tarafından da duyulup kınanmıyacağını anlayan kimse ise. fırsat bulunca her türlü kötülüğü yapabilir. Çünkü kalbinde Allah korkusu, vicdanında sorumluluk duygusu taşımayan kim¬senin davranışlarını devamlı olarak kontrol etmek, her insanı takip edecek bir polis görevlendirmek mümkün değildir. Fakat her insanın kalbine manevî bir bekçi yerleştirmek mümkündür.
Bunun için:
"Hikmetin başı Allah korkusudur." denilmiştir.
Büyük şairimiz M. Akif Ersoy da bu hususu şu mısraları ile ne güzel ifade etmiştir: -Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
-Fazilet hissi insanlarda Allah korkıısıındandır. -Yüreklerden çekilmiş farzedilsin havf-ı Yezdan'ın,
-Ne irfanın kalır te'siri kat'iyyen ne vicdanın. (Safahat, s. 251)
İşte o manevi bekçi; insandan hiçbir zaman ayrılmayan, her zaman ve her yerde kendisi ile beraber bulunan ve ona daima sorumluluğunu hatırlatan Allah korkusudur.
Ahlâkî Görevlerimiz
İslâm'ın hükümlerini kısaca iki madde de özetleyebiliriz. Bunlar: 1-Allah'a ibadet etmek.
2-Allah'ın yaratıklarına şefkat ve merhamet göstermektir.
Görülüyor ki, sadece Allah'a ibadet etmekle vazifemiz bitmiş olmuyor, ahlâkî görevlerimizi de yapmamız gerekiyor. Olgun bir müslüman, sadece kendisini yaratan Allah'a karşı ibadet görevlerini yerine getirmekle kalmaz, aynı zamanda insanlara ve diğer bütün canlılara karşı da iyi davranışlar içinde bulunur, hiçbir canlıyı incitmez, onlara elinden geldiği kadar şefkat ve merhametle muamele eder, iyilik yapar.
Çünkü Alhah'a ibadet nasıl dinimizin emri ise, başta insanlar olmak üzere onun yarattığı diğer canlılara merhamet göstermek ve iyi davranmak da dinimizin emridir. Müslüman, her iki görevi yerine getirdiği takdirde olgun bir mü'-min olur.
Esasen ahlâk ile iman ve ibadetler arasında sıkı bir bağ vardır. Allah katında makbul olan ibadet, kişiyi kötülüklerden uzaklaştıran ve güzel ahlâk ile donatan ibadettir.
Müslüman'ı kötü fiil ve davranışlardan uzaklaştırmayan. ona ahlâkî faziletler kazandırmayan bir ibadet'e Canab-ı Hak değer vermez.
Fertlerin ve toplumların huzur ve mutluluğu, dinimizin getirdiği yüksek ahlâk prensiplerinin öğrenilmesine ve hayata geçirilmesine bağlıdır.
İslâm'daki ahlâk esasları: önce kendi şahsımızı, sonra doğup büyüdüğümüz sıcak yuvamız olan ailemizi, daha sonra içinde yaşadığımız toplumu, üzerinde yaşayıp sayısız nimetlerinden yararlandığımız vatanımızı ve nihayet bütün insanları, hatta diğer canlıları içine alacak kadar geniş, kapsamlı ve evrensel niteliktedir. Bu bölümde, ahlâkî görevlerimizin neler olduğunu, kimlere karşı nasıl davranmamız gerektiğini anlatmaya çalışacağız.
Kendimize Karşı Görevlerimiz
Müslüman; Allah'a. Peygambere ve Kur'arfa karşı yapmakla yükümlü olduğu görevler yanında ahlâkî görevleri de yerine getirmesi gerekir.
Bunları ancak, beden ve ruh bakımından sağlıklı bir insan yerine getirebilir. Bu sebeple, kişinin, önce kendine karşı olan görevlerini yapması icabeder.
İnsan, beden ve ruh'tan meydana gelen bir varlıktır. Maddi varlığımız olan bedenimize karşı görevlerimiz olduğu gibi, manevî varlığımız olan ruhumuza karşı da yapmamız gereken görevler vardır. Bunlardan biri ihmal edilirse, beden ile ruh arasındaki uyum bozulmuş olur. Bu durumda olan bir insan hayatta istediği huzuru bulamadığı gibi, yerine getirmekle yükümlü olduğu ibadetleri
de gereği gibi yapamaz.
Bu sebeple, önce kendi şahsımıza karşı görevlerimizi iyi bilmemiz gerekiyor. Şahsımıza karşı görevlerimiz, ikiye ayrılır:
1- Bedenimize Karşı Görevlerimiz a) Dengeli beslenmek:
Güçlü ve sağlıklı olmak için vücudun ihtiyaç duyduğu gıdaları almak şarttır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:
ابيط إلالح ضرإلا يف امم اولك سانلا اهيا اي
"Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz olan şeylerden yiyiniz." (Bakara:168) Peygamberimiz de:
"Kuvvetli mü'minin, zayıf mü'minden hayırlı ve Allah katında daha sevimlidir." (Müslim,Kader,8) buyurarak müslümanın güçlü ve kuvvetli olmasının önemini belirtmiştir. Beden ruhun binitidir. Ruhun, görevlerini hakkıyle yapabilmesi, binitin sağlam olmasına bağldır. Bu ise, bedene iyi bakmak ve onu zayıf düşürecek şeylerden korumakla mümkündür.
Dinimiz, vücûdu zayıf düşürecek derecede fazladan ibadet yapmayı bile uygun görmemiştir. Enes b. Malik (r.a.)'ten şöyle rivayet edilmiştir:
Bir kere Ashaptan üç kişi. Peygamberimizin ibadetini sorup öğrenmek mak-sadıyle onun hanımlarının evlerine gitmişlerdi. Peygamberimizin (nasıl ve ne kadar) ibadet ettiği kendilerine bildirilince, onlar sanki bunu azımsayarak:
-" Biz nerede, Resûlüllah nerede? Şüphesiz ki Allah, onun geçmiş olan ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını bağışlamıştır" dediler.
İçlerinden biri:
-"Ben geceleri devamlı namaz kılacağım" dedi. Öbürü:
-"Ben de, her zaman (her gün) oruç tutacağım" söyledi. Üçüncüsü de: -"Beti de kadınlardan ayrı yaşıyacağım, hiç evlenmiyeceğim" dedi.
Onlar bu sözleri söylerken peygamberimiz çıkageldi ve onlara şöyle buyurdu: - Siz, şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz değil mi?
Fakat şunu iyi biliniz ki: Ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve korunanınız bulunuyorum. Öyle iken ben, bazen nafile oruç tutarım, bazan tutmam. Gecenin bir kısmında nafile namaz kılarım, bir kısmında uyurum. Kadınlarla da evlenirim. (İşte benim Sünnetim budur.)
Her kim benim yolumdan gitmez de ondan yüz çevirirse benden değildir."(Buhari,Nikah,1) buyurdu.
b) Vücûdu zararlı şeylerden korumak:
Dinimiz, vücudumuza zararlı olan ve sağlığımızı tehlikeye sokan şeylerden sakınmamızı emretmiş, her türlü alkollü içkiyi, afyon . eroin ve esrar gibi uyuşturucu maddeleri içmeyi ve kullanmayı kesinlikle yasaklamıştır.
Bunları kullanmak, bir insanın bile bile kendisini tehlikeye atması demektir. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de:
ةكلهتلا ىلا مكيدياب اوقلت إلو
'Kendinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız." (Bakara:195) buyurarak müslümanların zararlı ve tehlikeli şeylerden korunmalarını istemiştir.
Vücût sağlığı, değeri iyi bilinmesi gereken nimetlerden biridir. İnsan sahip olduğu bu nimetin kıymetini bilmeli ve onu korumaya çalışmalıdır.
Peygamberimizin şu uyarısına dikkat edelim, buyuruyor ki: "Beş şey gelmeden önce beş şeyin:
1-Ölüm gelmeden önce hayatının,
2-Hasta olmadan önce sağlığının,
3-Meşguliyetten önce boş vaktinin,
4-İhtiyarlamadan önce gençliğinin,
5-Yoksulluğa düşmeden önce zenginlğinin, kıymetini bil." (Keşfu'l- hafa. C. 1. S. 148 (Hadisi.
Hakim ve Bayhâkî rivayet etmişlerdir.)
Sağlığımızı korumak ve hastalanmamak için her türlü tedbiri almak görevimiz olduğu gibi, hastalanınca da tedavi olmak, yeniden sağlığımıza kavuşmak için her türlü çareye başvurmak da görevimizdir.
Peygamberimiz:
"Allah verdiği her hastalığın şifasını da vermiştir." (Buharî. Tıbb. 1) sözleri ile her hastalığın bir ilâcı olduğunu ve tedavisi bulunduğunu bildirmiş; diğer bir hadis-i şerifinde de:
"Allah yarattığı her hastalığın ilâcını da yaratmıştır. Tedavi olunuz!" ( Buharı. Tıbb. 19) buyurarak, hastalıktan kurtulmanın yolunu göstermiştir.
Özetle: müslüman helâl ve temiz gıdalarla beslenmeli, zararlı olan şeylerden sakınarak sağlığını korumalı, hastalandığı takdirde de tedavi yollarına başvurmak suretiyle sağlığına kavuşmak için üzerine düşeni yapmalıdır.
İslamda Aşırılık Yoktur
İnsan beden ile ruhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bu sebeple dinimiz, onun hem bedenî hem de ruhî ihtiyaçlarını dikkate almış, madde ile mana arasında ahenkli bir denge kurmuştur.
İslam, insanın yaratılışına uygun hükümleri ihtiva ettiği için dinî konularda itidali emretmiş, bu çizginin altına düşmeyi istemediği gibi bu çizginin üstünde aşırı gitmeyi de uygun görmemiştir
Dinimiz, meşru olmak şartıyla insanı hiç bir zevkten mahrum etmediği gibi
kindisini büsbütün ibadete vererek vücudunu ezmeyi de uygun görmemiş, insana gücünün yetmiyeceği görevlen yüklememiştir.
Nitekim Kur'an-ı Kerimde.
اهعسو إلا اسفن هللا فلكي إل
"Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez"(Bakara: 286) buyurulmustur. İslâmda kolaylık esastır. Bu husus. Kur an-ı Kerim'de ve Peygamberimizin hadislerinde açıkça
görülür. Bu konudaki ayetlerden bazıları şunlardır:
رسعلا مكب ديري إلو رسيلا مكب هللا ديري
"Allah size kolaylık ister, zorluk istemez" (Bakara: 185 ).
مكيلع هتمعن متيلو مكرهطيل ديري نكلو جرح نم مكيلع لعجيل هللا ديري ام
"Allah size sıkıntı vermek istemez, ama sizi tertemiz yapmak ve şükredesiniz diye üzerinize nimetini tamamlamak ister" (Mâide: 6)
جرح نم نيدلا يف مكيلع لعج امو
"Allah dinde size hiçbir zorluk yapmadı" ( Hac: 78) Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz bu din kolaydır. Bir kimse din hususunda kendini zorlarsa din ona galip gelir, (yani o kimse ezilip büsbütün amel edemez hale gelir) Öyle ise itidalden ayrılmayın." (Buharî. İman )
Diğer bir hadis-i şerifin anlamı da şöyledir:
"Orta yolu tutunuz. Amellerinizi kemale yaklaştırınız. Sabahleyin zeval ile akşam arasında ve bir parça da gece çalışınız. İtidalden ayrılmayınız, maksada erişirsiniz." (Buharı. Rikak. 18)
Peygamberimize, hangi amel Allah'a daha sevimlidir diye sorulunca O: "Az da olsa devamlı olanıdır." (Buharı. Rikak. 18) buyurdu.
Anlamlarını sunduğumuz ayet ve hadislerden anlaşılıyor ki. dinimizde zorluk yoktur. Aşırı giderek güçlük çıkarmak ve kendine eziyet etmek uygun görülmemiş, orta yol tavsiye edilmiştir.
Peygamber Efendimiz:
"Dini işlerde aşırı gidenler yok oldu" (Müslim, tim, 4) buyurmuş ve bu sözünü üç defa tekrarlamıştır.
Diğer bir hadis-i şerifleri ile de aşırılıktan sakınmamızı isteyerek şu uyarıda bulunmuştur:
"Dinde aşın gitmekten sakının. Sizden öncekiler dindeki aşırılıkları yüzünden helak oldu"
(Ahmet b. Hanbel. Müsned. 1/125
Enes (r.a.) diyor ki: Peygamberimiz camiye girince iki direk arasına gerilmiş bir ip gördü. Bu ip nedir? diye sordu. Dediler ki:
"Zeyneb'indir, yorulduğu zaman ona tutunur." Bunun üzerine Peygamberimiz:
"O ipi çözünüz, sizin herhangi biriniz istekli olduğu sürece namaz kılsın, yorulunca yatsın ve uyusun" (Buharî. Teheccüt, 18: Müslim. Salât. 31) buyurdu.
İbn-i Abbas (r.a.)"dan rivayete göre şöyle demiştir:
Peygamber Efendimiz Ashaba hitap ederken, ayakta duran bir adam gördü ve kim olduğunu sordu.
Dediler ki:
Ebu İsrail'dir. güneşte durmayı. oturmamayı. gölgelenmemeyi, konuşmamayı ve oruç tutmayı adamıştır.
Bunun üzerine Peygamberimiz Aleyhi's-selâm:
Söyleyiniz ona: "Konuşsun, gölgelensin, otursun, ama orucunu tamamlasın" buyurdu.(Buharı.
Eyman. 21 )
Peygamber Efendimiz Ashaptan Selman ile Ebu'd-Derda'yı kardeş yapmıştı. Bundan dolayı Selman Ebu'd-Derda'yı ziyaret etti. Ebu'd-Derda'nın eşini eski elbise içerisinde görünce:
Bu hal nedir? dedi. Ebu'd-Derda'nın eşi:
Kardeşin Ebu'd-Derda'nın dünya ile bir işi yok" diye cevap verdi. Daha sonra Ebu'd-Derda geldi. Selman için yemek hazırladı ve: Ben oruçluyum, siz buyurun, dedi. Selman:
Sen yemezsen ben de yemem. dedi. Bunun üzerine Ebu'd-Derda da yedi. Gece olunca Ebu'd-Derda. ibadete hazırlandı. Selman ona:
Uyu dedi. Ebu'd-Derda da uyudu ve bir müddet sonra yine kalkacak oldu. Selman yine: Uyu! dedi. Gecenin sonu olunca. Selman Ebu'd-Derda'ya:
İşte şimdi kalk dedi ve her ikisi de kalkıp birlikte namaz kıldılar. Sonra Selman Ebu'd-Derda'ya şöyle dedi:
Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır. Nefsinin hakkı vardır.
Ailenin hakkı vardır.
Her hak sahibine hakkını ver.
Ebu'd-Derda bu olayı gidip peygamberimize anlattı. Peygamberimiz: "Selman doğru söylemiş" (Buhari,Savm,6) buyurdu.
Sadece ibadette değil harcamalarımızda da orta yolu takip etmemiz emredilmiştir. Para hangi yollardan nasıl kazanılır, nasıl harcanır, insanca nasıl yaşanır? İşte dinimiz bu hususta da takip edilecek orta yolu göstermiştir.
Parayı istif edip yeri gelince harcamayan cimriler elleri boğazlarına bağlanmış esirler gibidir. Elindeki parasını aile fertlerine, fakir ve yoksullara ve hayır kuruluşlarına harcanmayanların esirden ne farkı vardır? Para niçin kazanılır?
İnsanca yaşamak, ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunarak dünyada insanların sevgisini. Allah'ın rızasını, ahirette de ebedî saadeti kazanmak için değil mi? Böyle değerlendirilmeyen servetin, paranın ne kıymeti olabilir?
İşte. değerlendirilmesi gereken yerde parayı harcamamak cimriliktir.
Bir de bunun aksini düşünelim. Elini tamamen açmış gereksiz yere harcama yapıyor, saçıp savuruyor, nesi var nesi yok elinden çıkarıyor. Zengin iken fakir, veren el olmaktan alan el durumuna düşüyor.
Bu da israftır.
Her ikisi de yanlıştır. İslâmın getirdiği ahlâk anlayışına uygun değildir. Doğrusu, bu ikisi arasında ortalama hareket etmektir.
Cimri değil tutumlu olmaktır, aile fertleri ve ihtiyaç sahiplerine ihtiyaçları ölçüsünde harcama yapmak, gerekli yardımda bulunmaktır.
Harcama yaparken müsrif değil, cömert olmaktır. Harcama ve yardımları yerli yerine ve hayırlı işlere yapmaktır.
Harcama yaparken cimrilik ve israftan sakınarak orta ve dengeli bir yol takip edilmesini emir ve tavsiye eden ayetlerin anlamları şöyle:
"Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkım ver. Gereksiz yere saçıp savurma»(İsra:26)
''Elini boynuna bağlayıp asma, onu büsbütün de açma. Sonra kınanır pişmanlık içinde kalırsın."
(İsra:29)
"Bunlar ki (mallarını) harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik yaparlar, bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar." (Furkan:67)
Peygamberimiz de bu konuda:
"Tutumlu kişi muhtaç olmaz." (Ahmed b. Hanbel. Müsned. 1/447)
"Tutumlu olmak, harcamada orta yolu takip etmek geçimin yarısıdır"(el-Fethü"l-Kebîr. 1/507) buyurmuştur.
Yeme ve İçme Adabı
Yerken ve içerken uyulması gereken birtakım edep ve terbiye kuralları vardır. Bunlar yemekten önce, yemek esnasında ve yemekten sonra olmak üzere üç kısma ayrılır.
A) Yemekten önce:
a) Yiyeceklerin hem helâl yoldan kazanılmış, hem de iyi ve temiz olması. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
لطابلاب مكنيب مكلاوما اولكات إلو
"Mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin."(Bakara:188)
مكانقزر ام تابيط نم اولك اونما نيذلا اهيا اي
"Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların iyi ve temiz olanlarından yiyin." (Bakara:172) b) Yemekten önce elleri yıkamak.
B) Yemek Esnasında:
-Yemeğe bismillah diyerek başlamak. -Sağ el ile yemek
-Aynı kaptan yendiği takdirde, yemeği kendi önünden almak. Ömer b. Ebi Seleme diyor ki: Peygamberimiz bana: "Bismillah de, sağ elinle ve önünden ye" ( Müslim. Eşribe. 108) buyurdu. -Yemeği beğcnmezlik etmemek.
Peygamberimiz hiç bir yemeği kötülememiştir. O. isteği varsa yer, isteği yoksa bırakırdı.
( Müslim. Eşribe. 108)
-Lokmayı ağıza göre alıp iyice çiğnedikten sonra yutmak. -Lokma ağzında iken konuşmamak.
-Suyu içmeden önce bardağa bakmak.
-Suyu bir solukta içmemek.Peygamberimiz suyu üç solukta içerdi. (Buhari,Müslim) -Bardağın içine nefes vermemek.
-Yemek esnasında başkalarını tiksindirecek ve iğrendirecek söz ve davranışlarda bulunmamak. -Yemek esnasında susmak iyi değildir. Ancak yemekte iyi ve güzel şeyler konuşmalı, yiyenleri
tiksindirecek ve iğrendirecek şeyleri konuşmaktan sakınmalıdır.
-Ekmeği yere atmamak ve üzerine tabak, tuzluk ve benzeri şeyleri koymamak. Peygamberimiz:
"Ekmeğe saygı gösteriniz" (Keşfu'l-Hafa,C.1,S.170) buyurmuştur. Elini veya bıçağı ekmekle silmek de uygun değildir. Eğer bıçağı ekmekle silip o ekmeği yerse bunun sakıncası yoktur.
-Dişleriyle kopardığı lokmayı yemeğin içine bırakmamak.
-Aksıracağı veya ağzından bir şey çıkaracağı zaman yüzünü sofradan çevirmek veya ağzını kapamak.
-Toplu halde yerken önündeki yemeğe bakmak, sağa sola göz gezdirmemek, yanmdakilerin lokmasına ve yemeğin geldiği tarafa bakmamak.
-Ağzındaki lokmayı yutmadan başka lokma almamak. Ziyafetlerde ev sahi-binin misafirlere bizzat hizmet etmesi de uygun bir davranıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz misafirlerine bizzat kendisi hizmet etmişlerdir.
Ziyafette, ev sahibinin suskun durması uygun olmadığı gibi hizmet edenleri misafirlerin yanında azarlaması da doğru değildir. Ev sahibinin dikkat edeceği hususlardan birisi de, ziyafet verdiği kişilerin rahatsızlık duymalarına sebep olacak kimseleri orada bulundurmamasıdır. Misafir de. ev sahibinin rızası olmadan yanında başkasını ziyafete getirmemelidir.
Toplu yemek yenirken-yemeğe devam edenleri utandırmamak için-herkes yiyip bitirmedikçe sofradan kalkmamalıdır.
Misafir, ev sahibinin iznini almadan ve dua etmeden oradan ayrılmamalıdır. Karanlıkta vemek de mekruhtur.
C) Yemekten sonra ki adaba gelince:
Yemek bitince Elhamdü lillâh denilmelidir.
Peygamberimiz yemekten sonra: "Bizi yediren, içiren ve müslüman olarak yaratan Allah'a hamd olsun" diye dua ederdi.
Yemeğe başlarken besmelenin sofrada bulunanların işitecekleri şekilde söylenmesi uygundur. Fakat sofradakilerin hepsi yemeği tamamlamadıkça işitilecek bir sesle "Elhamdü Hilâli" demek doğru değildir.
Ellerini ve ağzını yıkamak da yemekten sonra yerine getirilmesi gereken adâbtandır.
2- Ruhumuza Karşı Görevlerimiz
Vücût sağlığı gibi, ruh sağlığına da önem vermemiz ve ruhumuza karşı göre-vlerimizi yerine getirmemiz gerekir. Bu görevler kısaca şunlardır:
a) Ruhumuza doğru ve sağlam inanç yerleştirmek.
Ruhumuzun en önemli gıdası imandır. Bedenimiz, maddi gıdalarla beslenip güçlendiği gibi, ruhumuz da doğru ve sağlam inançla güçlenir. Bu bizi ve bütün varlıkları yaratan, gücü kudreti ve rahmeti sonsuz olan yüce Allah'a ve bizi saadete çağıran elçisine inanmaktır.
İnsan daima Allah'a muhtaçtır. O'na inanan bir insan manevi gıdasını almak suretiyle büyük bir güç kazanır, kalbi huzurla dolar. İnsan ruhunun istek ve arzuları sınırsızdır. İnsanın saadeti ancak bu arzuların yerine getirilmesi ile müm¬kün olabilir. Bu arzu ve istekler yerine gelmedikçe ruh tatmin edilemez. Nasıl ki. aç olan mide bir takım yararlı gıdalarla açlığını giderip tatmin olursa, ruh da ancak manevi sıdası olan gerçek bir imanla tatmin olur. huzura kavuşur.
b) Ruhumuzu doğru ve faydalı bilgilerle donatmak.
Yiyecek ve içecekler nasıl bedenimizin gıdası ise. ruhumuzun gıdası da ilimdir. Maddi gıdasını almayan kimse nasıl yaşayamaz, zamanla ölürse, ruhunu yeterli bilgi ile donatmayan, ona manevi gıdasını vermeyen kimse de ruhen aç kalır ve manevi hayatını kaybeder.
İlk emri "oku" olan dinimiz bilgiye büyük değer vermiş. Peygamberimiz:
"İlim öğrenmek her müslümana farzdır." ( Ibn Mace. Mukaddime. 17) buyurarak ilmin müslümanlar için taşıdığı önemi belirtmiştir.
Yüce Allah. Kur'an-ı Kerim'de:
نوملعي إل نيذلاو نوملعي نيذلا يوتسي له لق
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" ( Zümer. 9 ) buyurmuş ve âlim ile câhilin aynı seviyede olamıyacağını bildirmiştir.
Çünkü ilim ışıktır, aydınlıktır. Cehalet ise karanlıktır. Elbetteki aydınlık ile karanlık eşit olamaz. İlim öğrenmede yaş sınırı yoktur. Müslüman beşikten mezara kadar bilgi edinmek ve ilim tahsil etmekle yükümlüdür.
İlmin kimden ve nereden alınacağı hususunda da bir kayıt konulmamış, aksine, alınabildiği her yerden ilim öğrenmenin gerektiği bildirilmiştir.
Peygamberimiz bu konuda takip edeceğimiz yolu göstererek şöyle buyurmuştur: "İlim, mü'minin yitiğidir, onu nerede bulursa alır." (Açlûnî. Keşfu'l-Hafa, C.l. S. 363 )
Dünya ve ahiret saadetinin anahtarı ilimdir. Çünkü ilimsiz ne dünya kazanılır, ne de ahiret. Ruhumuzu hurafe ve batıl inançlardan temizlemek, kalbimize sağlam ve doğru inançlar
yerleştirmek de ilim ile olur.
Maddi bakımdan ilerleme ilim ile olduğu gibi. manevi bakımdan yükselme de ilim ile mümkündür.
Fertlerin kalkınması ve milletlerin ilerleyip yükselmesi de ilimle elde edilir.
Özetle: Dünyayı isteyen ilme sarılmalı, ahireti isteyen ilme sarılmalı, hem dünyayı hem da ahireti isteyen yine ilme sarılmalıdır. Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeyi tavsiye eden dinimizin emri budur.
c) Ruhumuzu yanlış inançlardan ve hurafelerden arındırmak.
Dinimiz; akla. düşünceye ve bilgiye büyük değer vermiş. Kur'an-ı Kerim'in pek çok ayetinde insanlar daima düşünmeye ve akıllarını kullanmaya çağırılmıştır.
Bu sebeple, inanacağımız şeyleri iyice araştırdıktan ve doğruluğuna kanaat getirdikten sonra kabul etmeli, dinde yeri olmayan ve ilimle bağdaşmayan asılsız şeylere inanıp bunların peşinden gitmemeliyiz. Bozuk gıdalar vücudumuza zararlı olduğu gibi. batıl inanç ve hurafeler de ruhî rahatsızlıklara sebebiyet verir, insanın doğruyu araştırıp bulmasına engel olur.
Bilgisizlik yüzünden müslümanlar arasında yayılan, din ile ilgisi olmadığı halde dinî inanç gibi kabul edilen hurafe ve bâtıl inançlardan bazıları şunlardır:
Baykuşun gündüz veya gece evlere konmasını, sabahleyin bir yere giderkeo önünden tavşan geçmesini, horozun vaktinden önce ötmesini, salı günü çamaşır yıkanmasını, evden biri gurbete gidince arkasından üç gün evin süpürülmesini uğursuz saymak; iki bayram arasında nikâh kıymamak, falcılık yapmak, kaybolan bir şeyi bulmak için bakıcıya gitmek, gaybtan ve gelecekteki olaylardan haber veren kâhinlere inanmak, dileğinin yerine gelmesi için ağaçlara ve türbelere bez parçaları bağlamak, türbelere ve yatırlara mum yakmak, adak yapmak ve ıssız yerlerde insanlara zarar veren gul-i yabani'ye inanmak.
Bu saydıklarımız dinde asla yeri olmayan, akl-i selime uymayan ve ilmi gerçeklerle bağdaşmayan hurafeler ve yanlış inançlardır. Bunların kaynağı cehalettir, bir ilim ve hikmet dini olan İslâm hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaktır. Peygamberimiz, uğursuzluk inancının yanlış olduğunu, baykuş ötmesinin hiç kimseye olumsuz bir etki yapmayacağını, her hangi bir zamanda uğursuzluk bulunmadığını, bildirmiştir. (Buhari,Tıbb,19)
Müslüman, hurafelere ve batıl inançlara kafasında yer vermemeli, şayet bil yanlış yapmışsa ruhunu ve gönlünü mutlaka bunlardan temizleyip arındırmalıdır. Çünkü, bir kaptaki kirli su boşaltılmadan ona berrak ve temiz suyu koymak mümkün değildir. Hurafelere inananlar, evhama kapılır, moralleri bozulur. Bazı ayları ve günleri uğursuz sayanlar, zamanlarını boşuna geçirin işinden gücünden geri kalır. Falcılara inanmak, insanların yanlış düşüncelere saplanmasına, insanlar
arasında kin ve düşmanlıklara sebep olur.
Bir işle ilgili dileğinin yerine gelmesini isteyen kimsenin önce bunun sebeplerine yapışması, başarıya ulaşması için de Allah'a dua etmesi gerekirken; bez parçalarından, türbelere yakılan mumlardan medet umması İslâm'ın özü ile bağdaşmayan çok yanlış bîr inancın ürünüdür. Kafasına hurafe ve batıl inançları yerleştiren kimseler, gerçekleri göremez, doğruyu bulamaz, hakka ulaşamaz. Çünkü, hurafeler gerçeğe giden yolun üzerinde büyük bir engeldir.
Doğru olup olmadığını araştırmadan, dinde yeri bulunup bulunmadığını! iyice öğrenmeden bir şeye hemen inanıveren ve anlamadan dinlemedenj arkasından gidenler bundan sorumlu tutulacaktır.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
"Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi yaptığından sorumludur." (İsra:36)